29 Eylül 2010 Çarşamba

DOKTORDAN 2010 MODEL ÜRKÜNTÜ…

Son yılların modası nedir? diye soranlara hiç tereddütsüz; “Doktor, hemşire dövmek.” diyebilirim. Misal, çocuğunuz hastalandı ve hastaneye götürdünüz. Çocuğunuza tahlil yapmak ve kan almak gerekiyor. İşte bu nedenle uğraşan hemşirenin tutun saçlarından, yetmedi boğazını sıkın. Sıkın sıkın bu sizin en doğal hakkınız. Sağlık sistemindeki her türlü aksaklığın bir numaralı sorumlusudur; çocuğunuzdan kan almaya çalışan hemşire. Boğazını sıkabilir, saçından tutup yerlere serebilirsiniz.

***

Diyelim babanız ağır bir hastalıktan dolayı acil serviste tedavi altında ve siz o sırada babanızın bu durumundan dolayı üzgünsünüz. Ne duruyorsunuz? Boş boş oturmayın bayan bir doktor bulup dövün. Eğer babanız tedaviye cevap vermedi ve kaybettiniz bu durumda tek başınıza bir doktoru dövmeniz yetmez. Gidip akrabalardan bir tim hatta manga oluşturun ve gelin acil servisi basın. Hem doktor, hemşire ayırmanızda gerekmez. Kim çıkarsa önünüze dövün, kırın, hakaret edin. Bu sizin en doğal hakkınız.

***

Eşinizin tansiyonu düştü ve baygınlık geçiriyor hemen en yakın sağlık kuruluşuna gidin daha kapıdan girerken ne için geldiğiniz dahi anlaşılmadan etraftaki herkese bağırın. Hatta o sırada başka bir hasta ile ilgilenen bir sağlık personeli varsa, ona da saldırın. Nede olsa hasta sahibisiniz ve bu sizi yeterince haklı yapar. Hem fırsat bu fırsat bir süredir annenizden şikayet eden ve sizi kendisini sevmemekle itham eden eşinizede ıspatlamış olursunuz onu ne kadar sevdiğinizi…

***

Hastanede yatan yakınınızı en az on beş akrabanızla birlikte ziyarete gidin. Hastalığının ne olduğu önemli değil. Siz sarmanızı, dolmanızıda yanınızda götürün. Onbeş kişinin aynı anda hasta odasında olmasından diğer hastalar hatta sizin hastanız rahatsız oldu diye sizi uyaran bir hemşire yada sağlık personeli olursa o anda, onbeş kişinin verdiği güçle, o kişiye mutlaka ama mutlaka hakaret edin.

***

Bir arkadaşınızın uzun süredir süren bir davadan hapis cezası aldığını öğrendiyseniz üzülmeyin, çünkü yapılacak çok şey var. İlkin arkadaş tayfasını toplayın ve yaş kuru ne varsa kullanın, iyice kafayı çekin. Sonra içinizden bir kaçı kendini jiletlesin. Diğer tayfa jiletleyenleri hastaneye götürsün. Ama sakın bu durumu bir şova dönüştürmekten çekinmeyin. Bir kaçınız acil servisteki çalışanlara hakaret ederken diğerleri camı çerçeveyi indirsin. “Arkadaşlarımızı tedavi edin lan.” Diye bağırın ama her hangi bir sağlık çalışanı tedavi için hareketlenirse onun boğazına usturayı dayayın. Bu arada da boş durmayın hakaret etmeye de devam edin. Tüm bu yaptıklarınız size ciddiye alınacak hukuki bir sorun çıkarmadığı gibi ortalıklarda şişine şişine dolaşırsınız ve “Hastaneyi biz basmıştık.” Diyerek böbürlenirsiniz. Hem kim bilir belki ilerde dede olunca, torununuzu dizinize oturtur ve nasıl hastane bastığınızı anlatırsınız.

***

Şimdi buraya kadar yazdıklarımı abartılı bulabilir ve bu kadar da olmaz diyebilirsiniz. Ama daha iki gün önce Urfa’da bir bayan doktor dövüldü, iki hafta önce Celal Bayar Üniversitesi Hastanesinde bir çocuktan kan almaya çalışan bir hemşire çocuğun babası tarfından boğazı sıkıldı, saçları çekildi. Ve bu olay kısa aralıklarla ikinci defa aynı yerde tekrar etti.

***

Tüm bu olayları hasta yakınlarının anlık sinir krizleri olarak görmek yaşananları açıklamaz. Yaşananları anlamak için “Sağlıkta dönüşüm” projesinin işleyiş mantığına bakmak lazım. Sağlığı alınabilir satılabilir meta olarak gördüğünüzde, sağlık çalışanlarını maliyet unsuru olarak ele aldığınızda elbette bunun sosyolojik bir dönüşü olacaktır.

İşte gelinen nokta maalesef sağlık emekçilerinin canına, vücut bütünlüğüne zarar verir bir hal almıştır. Çözüm: “Sağlık doğuştan kazanılan bir insan hakkıdır.” der ve sağlık emekçilerini o hizmeti üreten fedekar emekçiler olarak yansıtmakla başlayabilirsiniz işe.

Sağlıcakla…


Zeynel Abidin KAPLAN

SES Manisa Şube Başkanı

20 Eylül 2010 Pazartesi

MASLOW CBÜ DE HEMŞİRE OLSAYDI…

Geçen hafta Salı günü yazdığım “Maslow Hemşire Olsaydı” başlıklı yazım gerek Celal Bayar Üniversitesinde çalışan hemşirelerden gerekte hastanenin hemşirelik hizmetleri müdürü Gülten Kaptan’dan yoğun tepki aldı.
Hemşirelerden bana ulaşan tepkiler; yazının olumlu olduğu, önemli bir sorunu dile getirdiği şeklindeydi ve bana ulaşan tüm hemşirelerin teşekkürlerini içeriyordu.
Bir diğer tepkide yukarda da yazdığım üzere hastanenin hemşirelik hizmetleri müdürü Gülten Kaptan’dandı.
Yazının çıktığı gün Celal Bayar Üniversitesi Hemşirelik Hizmetleri Müdürü Gülten Kaptan cep telefonumdan bana ulaştı, oldukça sert ve yüksek bir ses tonuyla, adeta bir suçluyu sorguya çeker gibi, birtakım sorular sordu.
Benim böyle bir konuşmada aynı ses tonuyla cevap vermem hiç istemediğim, gereksiz bir kavganın başlamasını kaçınılmaz hale getirecekti. Bu durumdan kaçınmak için oldukça sakin ve kısa cevaplar verdim.
Niyetim konuşmanın kavga kısmını atlatıp, yazıda ifade ettiğim sorunlar ve hemşirelere yapılan hakaret konularında Müdür hanımın fikrini almak, eğer mümkün olabilirse, çözüm konusunda bir iki adım ilerleme talep etmekti.
Çünkü Celal Bayar Üniversitesi Hastanesinde çalışan hemşireler oldukça zor şartlar altında, yoğun nöbetler tutarak üstelik birde hasta yakınlarının fiziki şiddetine maruz kalarak çalışıyorlardı. Daha geçenlerde kan almada bir hemşire hasta yakını bir kişi tarafından dövülmüştü. Bunlar yetmiyormuş gibi bir öğretim üyesi tarafından hakarete uğramışlar ve aradan beş ay geçmesine rağmen herhangi bir soruşturma açılmamıştı.
Bu konular başta hastane başhekiminin olmak üzere hemşirelik hizmetleri müdürünün birinci derecede sorumluluğu idi. Ancak onlar bu konuyu yok saymak istiyor olacaklar ki aradan geçen beş aya rağmen hiçbir adım atmamışlardı.
İşte bu konularda hemşirelik hizmetleri müdürünün atacağı adımlar önemli olabilirdi. O nedenle konuşmaları alttan aldım ve olabildiğince yumuşak konuştum.
Ancak konuşma umduğum gibi gelişmedi, Gülten hoca sorgudan sonra beni gazetede canlı yayına (ne demekse) çağırdı ve telefonu kapattı. Ne diyeceğimi dinlemek ihtiyacı duymadı.
Ardından gazeteyi arayıp konu hakkında görüştüğünü, bir cevap yazısı yazması ve gazetenin bunu yayınlamasına karar verilmiş olduğunu öğrendim..
Bu konuşma gazetenin yazı işleri müdürü tarafından bana aktarılınca, bende memnun olacağımı ifade ettim ve ertesi gün çıkacak olan yazıyı beklemeye koyuldum.
Açıkçası merak da ediyordum ne yazacağını. Çünkü görünürde, hastane idaresi açısından, pek cevap vermeye müsait bir durum yoktu.
Ortada kocaman bir “şerefsizler” hakareti asılı duruyor.
Hastane idaresi hakaretin gerçekleşmesinden bu yana beş ay geçmesine rağmen bir şey yapmamış görünüyordu.
Bu durumda sorumluluk makamında olan bir kişi nasıl bir cevap verecek, ne diyecekti ki?
Hemşirelerin yoğun çalışmadığını mı iddia edecekti.
Hemşirelerin dövülmediğini mi söyleyecekti.
Hemşirelerin hakarete uğramadığını mı yazacaktı.
Hemşire sıkıntısı çekmediklerini mi ifade edecekti.
Aynı serviste çalışan 4 a lı, 4 b li, taşeron hemşirelerin varlığını mı inkâr edecekti. Ve bu hemşirelerin aralarında iki kat ücret farkının sebebini mi açıklayacaktı.
16 saat nöbet tutan bir taşeron hemşirenin yemek verilmediği için aç kaldığını mı saklayacaktı.
Hakaretin gerçekleştiği çocuk servisindeki hemşire odasının aslında oda olmayıp koridorun son kısmı olduğunu, koridorun kapatılması sonucu oluşan ve adına hemşire odası denen bölümden geçilerek yangın merdivenine ulaşılabildiğini mi yok sayacaktı.
Hakarete uğrayan hemşirelere sahip çıkmak yerine bir takım seçim dengelerine bakarak pozisyon belirleyen idarenin neden sessiz kaldığını mı açıklayacaktı yazısında.
***
İşte tüm bunları merak ederek bekledim yazıyı.
Yazı gazetede çıktı ve alıp okudum. Yazıda, okunalar bana hak verecektir, kuşlar böcekler dışında hiçbir şey yoktu. Yani herhangi bir kişisel gelişim kitabının önsözünü kopyala yapıştır yapsanız bundan ileri bir yazı ortaya çıkamazdı. (Ancak yazının başlangıcına haksızlık etmemek için söylemek zorundayım Nazım Ustadan bir şiirle başlamıştı, harikaydı, hepsi bu.)
Yani sizin anlayacağınız Gülten hoca, kendi ifadesiyle; “Maslowun ihtiyaçlar hiyerarşisinin beşinci basamağından atlamış kişi” bizim dünyevi sorunlarımızı yine pas geçmişti.
Belki yukarda yazdığım sorunları bildiğinden olacak son anda vazgeçti gerçek bir cevap yazısından. Bilemiyorum. Ama en azından Gülten hoca sinirlenerek de olsa bir tepki verdi. Peki ya Celal Bayar Üniversitesi Hastanesi Başhekimi, o okumadı mı yazıyı?
Okumadıysa; hastane hakkında bu kadar önemli iddiaları içeren bir yazının ona ulaşması konusunda okuduğunu bildiğimiz yöneticilerin, başta Gülten Hanımın, bu yazıyı başhekime ulaştırmak zorunluluğu yok mu?
Eğer okuduysa ki ben okuduğunu düşünüyorum, susmanın onaylamak olduğunu bilmiyor mu?
Bu durumda tüm yazılan iddiaları kabul ettiği anlamına gelmez mi bu suskunluk?
Öylemi kabul edelim?
Sağlıcakla…

Zeynel Abidin KAPLAN
SES Manisa Şube Başkanı

Doç Dr Gülten Kaptanın Bahsi geçen cevap yazısı:

13 Eylül 2010 Pazartesi

MASLOW HEMŞİRE OLSAYDI...

2010 yılının ilk aylarında Celal Bayar Üniversitesi Hastanesi Hemşirelik Hizmetleri Müdürü hemşirelerle bir toplantı yapıyor.
Toplantının hemşirelerin sorunları ile ilgili olduğu söyleniyor ancak toplantıda hemşirelerin sorunlarına anlatmalarına fırsat verilmiyor.
Hemşirelik Hizmetleri Müdürü meslektaşlarına Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi teorisinden bahsederek sürekli ufak sorunlarla uğraştıklarını bunun nedeninin de yeterince gelişmemeleri olduğunu söylüyor. Veya ima ediyor.
Hemşireler bu duruma alınıyorlar ve kendilerini gelişmemekle itham eden müdürlerini çeşitli ortamlarda eleştiriyorlar. Sanırım bu konuda başhekimliğe şikâyet de gidiyor.
***
Maslow, ihtiyaçları alttan üste doğru sıralı bir yapı içinde görür ve insanların alt basamaktaki gereksinmeleri giderilir giderilmez üst basamaktakileri doyurmaya yöneleceğini kabul eder. Bu basamaklar şunlardır:
1. Fizyolojik ihtiyaçlar: Yeme, içme, barınma vs.
2. Güvenlik ihtiyaçları: Kendini güven ve emniyet içinde ve tehlikeden uzak hissetmek
3. Ait olma ve sevgi ihtiyaçları: Başkaları ile ilişki kurmak, kabul edilmek ve bir yere ait olmak
4. Değer ihtiyaçları: Prestij, başarı, yeterli olmak ve başkalarınca benimsenip tanınmak
5. Kendini gerçekleştirme ihtiyaçları: Kişinin amacını gerçekleştirmesi ve potansiyelini ortaya çıkarması, kişisel tatmin, kişisel başarı, bilimsel buluşlar vs.
***
Maslowun İhtiyaçlar Hiyerarşisi Teorisi Celal Bayar Üniversitesi Hastanesinde çalışan bir kısım Hemşirenin basit ihtiyaçlarının giderilmediğini söyleyerek giderilmesini talep etmesi sonrası söz konusu oluyor.
Burada Hemşirelik Hizmetleri Müdürünün verdiği örnekten, söz konusu teoriyi çok iyi bilmediği anlaşılıyor.
Çünkü Celal Bayar Üniversitesi Hastanesinde çalışan bir kısım Hemşire basit ihtiyaçlarının giderilmediğini söylüyor ve giderilmesini talep ediyor.
Yani fazla çalışmak istemiyorlar, öğlen doyurucu yemek istiyorlar. Fiziki mekânların yeterli olmasını; çalışma, dinlenme odalarının olmasını istiyorlar.(Bakınız Maslow, Fizyolojik İhtiyaçlar.)
Yani Kendilerini güvende hissetmek istiyorlar. Hasta yakınlarının ve meslektaşlarının saldırısına maruz kalmak istemiyorlar. (Bakınız Maslow Güvenlik ihtiyaçları)
Yani kendilerini hastanenin dışlanan meslek gurubu olarak değil, sevilen sayılan, saygı duyulan bireyleri olarak görmek istiyorlar. Sorunları için yapılan toplantıda dinlenmek istiyorlar, çalışma koşulları ile ilgili kararlar alınırken, fikirleri alınsın istiyorlar. (Bakınız Maslow Ait olma ve sevgi ihtiyaçları)
Yani bir serviste, talimat alarak, bir hastanın yerini değiştirdi diye, ünvanı Profesör olan bir kişinin kendilerine, servisin ortasında, hastaların içerisinde “şerefsizler” diye hitap etmemesi gerektiğini düşünüyorlar. Bir kendini bilmez böyle bir davranışta bulunduğunda kendilerine Maslovun ihtiyaçlar hiyerarşisi teorisini anlatan Hemşirelik Hizmetleri Müdürünün en azından meslek onurunu düşünerek buna tepki göstermesi gerektiğini düşünüyorlar. Hemşirelik Hizmetleri Müdürünün bunu yapacak gücü yoksa hastane başhekiminin “Ben hastanemde Hemşirelere “şerefsizler” dedirtmem. Diyen olursa hesabını sorarım.” Demesini bekliyorlar. Hiç olmadı konuyla ilgili defalarca dilekçeyle başvurulan ETİK kurulun dilekçeleri aylarca cevapsız bıraktıktan sonra, yani olaydan beş ay sonra “disiplin soruşturması yapılmasının tavsiye edilmesi kararına” varmaması gerektiğini düşünüyorlar. Hemşireler “Geciken adaletin adalet olmadığını” biliyor ve adalet istiyorlar. Bir an önce.
(Bakınız Maslow Değer ihtiyaçları)
Hemşireler 2010 yılının ilk aylarında Hemşirelik Hizmetleri Müdürünün kendilerine anlattığı Maslowun ihtiyaçlar hiyerarşindeki 5. Aşamanın yani “Kendini gerçekleştirme ihtiyaçlarının” rektör seçimlerindeki, dekan adaylarının pozisyonları dikkate alınarak gözetilmesi , eğer böyle bir şey varsa, çok kötüdür diyor ve çok rahatsız oluyorlar.
Diyorlar ki hiç kimse ama hiç kimse hemşirelere “şerefsizler” diyemez, diyememelidir.
Teoriden bir alt basamaktaki ihtiyaçları giderilmeyen kişilerden, bir üst basamaktaki ihtiyaçları benimsemesi istenmeyeceği anlaşılıyor. Oysa hemşirelik Hizmetleri Müdürü böyle bir örnekten yola çıkarak hemşireleri rencide etmiş, diğer yandan meslektaşlarına hakaret edilmesini ise duymazdan, görmezden gelmiştir.
Şimdi bende diyorum ki; Olaydan beş ay sonra hala soruşturma açılmamasının bir açıklaması var mıdır?
Bu gecikmenin rektör seçimleri ile bir ilgisi var mıdır?
Bu konuda verecek cevabı olanların yazılı iletilerini bu köşeden yayınlamak isterim.
Buradan Sayın Rektöre, Celal Bayar Üniversitesi Hastanesi Başhekimine, Celal Bayar Üniversitesi Hastanesi ETİK kuruluna, Celal Bayar Üniversitesi Hemşirelik Hizmetleri Müdürüne duyun bu çığlığı demekten öte elimden bir şey gelmiyor.
Son söz: Adaletsizliği bir yangından daha çabuk önlemeliyiz. HERAKLEITOS
Sağlıcakla…

Zeynel Abidin KAPLAN
SES Manisa Şube Başkanı

2 Eylül 2010 Perşembe

NEYE EVET NEYE HAYIR!

Bir kum saati misali tükenen zaman hızla hayatımızı da tüketiyor. Hayat,hayatlarımız..Benim doğup büyüdüğüm yerde “Hayat” birçok evin, birçok rengin, birçok yaşamların bir yere açıldığı büyük bir bahçeydi.Şimdilerde o bahçenin renklerinin gitgide solması gibi her şey siyah beyaz bir resim sanki.
İnsanlar kaplara bölünerek giderek düşmanlaştırılıyor.
Bir haftaya yakın süredir SES sendikamızın da içinde bulunduğu “12 Eylül Anayasasına’ da AKP Anayasasına da HAYIR ”Platformunda Manolya meydanındaydık.
Gözlemim odur ki insanlarımız ortak ürettiğini, hayatı çekiç ve örs ritmiyle yoğurup yarattığını, emekçi olduğu unutmuş.
Başkalarının çıkarını kendi çıkarı bellemekte…
Kimi çıkacak yasaların daha “ileri” olduğunu düşünüyor, kimi bu ülkenin asıl sahibi edasıyla başka bir fikre tahammül edemeyip daha fazla demokrasi için diyor.
Kime göre “ileri” kime göre “geri” diye düşünüyorum.
Dünya her geçen gün yeniden biçimlendirilmeyi bekleyen küçük çocuğun hamuru gibi yeniden yoğruluyor, kâğıtlar yeniden karılıyor.
Meseleyi toplumların sınıfları ve katmanları açısından baktığımızda bu paketin kimi maddelerinin biz emekçiler çıkarına olmadığı, hatta daha geri özellikler taşıdığını söyleyebiliriz.
Ama patronların çıkarları açısından bakıldığında durum tam tersidir.
Üzerinde durulması gereken önemli maddelerden biride, biz kamu emekçilerinin toplu görüşme hakkını toplu sözleşmeye çeviren 53. Madde.
Sıkça söylendiği gibi grev hakkı olmadıkça bu madde anlamsız, ileri olarak değerlendirilemez. Değiştirilmek istenen maddeye göre toplu sözleşme sonunda anlaşmazlık olursa tarafların Kamu Görevlileri Hakem Kuruluna başvurulması zorunlu. Bu kurulun kimlerden oluşacağı yine hükümete bırakılıyor.
Daha da önemlisi bu kurulun aldığı kararın kesin ve toplu sözleşme hükmünde olması, yani bu kararlara karşılık yargıya başvurmanın tamamen olanaksızlaştırılmasıdır. Kaldı ki bu grev yasağının da mutlaklaştırılmasıdır.
Kamu emekçileri açısından ne ileri bir değişiklik!
Demokratik olmayan otoriter zihniyet bu değişiklikle devam ediyor, hatta yeniden üretiliyor. Bunlara ileri demek emekçilerle alay etmektir. Bizim açımızdan ileri (!) denilen önemli bir değişiklikle 51. Maddede yapılıyor. Bu değişiklikle “aynı zamanda ve aynı iş kolunda biden fazla sendikaya üye olunamaz” hükmü çıkarılıyor.
Biz emekçilerin birden fazla sendikaya üye olabilmesini kabul etmek; iş yerinde emekçileri bölmek, duyarsızlaştırmak ve tepkisizleştirmekten başka bir işe yaramaz.
Bu, hükümetin güdümünde olan sendikaların daha da güçlenmesi anlamına gelecek, aynı iş yerinde örgütlenen sendikaların işverenle değil birbirleriyle mücadele etmesini sonucunu doğuracaktır.
Bu da emeğiyle geçinenlerin haklarına hiçbir şey katmayacağı gibi tam tersi geriletecektir.
Ciddi hiçbir sorunu çözemeyen, hatta yeni sorunları ekleyen, emekten ve emekçiden yana tek adım atmayan bu anayasa paketi ülkemizin üzerine geçirilen bir deli gömleği gibi adeta.
Başbakanın deyimiyle bu anayasa referandumundaki değişikliklerin “hap” yapılarak halka yutturulması düşünülmektedir. Bana göre bu paket darbe karşıtı söylemi ile süslenmiş elma şekeri gibidir.
“Hayır”lı günler…

Serpil DENİZ
SES Manisa Şube Örgütlenme Sekreteri

NEYE EVET NEYE HAYIR!

Bir kum saati misali tükenen zaman hızla hayatımızı da tüketiyor. Hayat,hayatlarımız..Benim doğup büyüdüğüm yerde “Hayat” birçok evin, birçok rengin, birçok yaşamların bir yere açıldığı büyük bir bahçeydi.Şimdilerde o bahçenin renklerinin gitgide solması gibi her şey siyah beyaz bir resim sanki.
İnsanlar kaplara bölünerek giderek düşmanlaştırılıyor.
Bir haftaya yakın süredir SES sendikamızın da içinde bulunduğu “12 Eylül Anayasasına’ da AKP Anayasasına da HAYIR ”Platformunda Manolya meydanındaydık.
Gözlemim odur ki insanlarımız ortak ürettiğini, hayatı çekiç ve örs ritmiyle yoğurup yarattığını, emekçi olduğu unutmuş.
Başkalarının çıkarını kendi çıkarı bellemekte…
Kimi çıkacak yasaların daha “ileri” olduğunu düşünüyor, kimi bu ülkenin asıl sahibi edasıyla başka bir fikre tahammül edemeyip daha fazla demokrasi için diyor.
Kime göre “ileri” kime göre “geri” diye düşünüyorum.
Dünya her geçen gün yeniden biçimlendirilmeyi bekleyen küçük çocuğun hamuru gibi yeniden yoğruluyor, kâğıtlar yeniden karılıyor.
Meseleyi toplumların sınıfları ve katmanları açısından baktığımızda bu paketin kimi maddelerinin biz emekçiler çıkarına olmadığı, hatta daha geri özellikler taşıdığını söyleyebiliriz.
Ama patronların çıkarları açısından bakıldığında durum tam tersidir.
Üzerinde durulması gereken önemli maddelerden biride, biz kamu emekçilerinin toplu görüşme hakkını toplu sözleşmeye çeviren 53. Madde.
Sıkça söylendiği gibi grev hakkı olmadıkça bu madde anlamsız, ileri olarak değerlendirilemez. Değiştirilmek istenen maddeye göre toplu sözleşme sonunda anlaşmazlık olursa tarafların Kamu Görevlileri Hakem Kuruluna başvurulması zorunlu. Bu kurulun kimlerden oluşacağı yine hükümete bırakılıyor.
Daha da önemlisi bu kurulun aldığı kararın kesin ve toplu sözleşme hükmünde olması, yani bu kararlara karşılık yargıya başvurmanın tamamen olanaksızlaştırılmasıdır. Kaldı ki bu grev yasağının da mutlaklaştırılmasıdır.
Kamu emekçileri açısından ne ileri bir değişiklik!
Demokratik olmayan otoriter zihniyet bu değişiklikle devam ediyor, hatta yeniden üretiliyor. Bunlara ileri demek emekçilerle alay etmektir. Bizim açımızdan ileri (!) denilen önemli bir değişiklikle 51. Maddede yapılıyor. Bu değişiklikle “aynı zamanda ve aynı iş kolunda biden fazla sendikaya üye olunamaz” hükmü çıkarılıyor.
Biz emekçilerin birden fazla sendikaya üye olabilmesini kabul etmek; iş yerinde emekçileri bölmek, duyarsızlaştırmak ve tepkisizleştirmekten başka bir işe yaramaz.
Bu, hükümetin güdümünde olan sendikaların daha da güçlenmesi anlamına gelecek, aynı iş yerinde örgütlenen sendikaların işverenle değil birbirleriyle mücadele etmesini sonucunu doğuracaktır.
Bu da emeğiyle geçinenlerin haklarına hiçbir şey katmayacağı gibi tam tersi geriletecektir.
Ciddi hiçbir sorunu çözemeyen, hatta yeni sorunları ekleyen, emekten ve emekçiden yana tek adım atmayan bu anayasa paketi ülkemizin üzerine geçirilen bir deli gömleği gibi adeta.
Başbakanın deyimiyle bu anayasa referandumundaki değişikliklerin “hap” yapılarak halka yutturulması düşünülmektedir. Bana göre bu paket darbe karşıtı söylemi ile süslenmiş elma şekeri gibidir.
“Hayır”lı günler…

Serpil DENİZ
SES Manisa Şube Örgütlenme Sekreteri