9 Aralık 2010 Perşembe

bizi kurtaramayan demokrasi

BİZİ KURTARAMAYAN DEMOKRASİ
Türk siyasi tarihi yine “biz bu filmi bir yerde görmüştük” dedirten cinsten tartışmalarla tekerrür ediyor. Yıllarca her demokratik talebimizde, özgürlük isteğimizde; ülkemizin ‘jeo-politik durumu’ ,iç -dış düşmanlar diyerek bastıranlar yine sahnedeler. Şimdilerde aydınlanmak istemimizi alacakaranlık korkularla tekrar kaşıyıp, karanlıklara alıştırıyorlar.
Türkiye’nin gündemi türban özgürleştirir mi- esir mi edere kilitlendi. Bu kavga süredursun, araya hayatının kumarını oynayan şovmen Mehmet Ali Erbil’in Çarkı felek programı giriyor.”Mum söndü mü yapıyoruz burada" sözlerinin yarattığı infial beni zaman makinesinde geriye götürüyor. Sanki geçen yılları memlekette fark edende olmamış gibi. Ne yapsın Mehmet Ali; Başbakan referandum boyunca cepheleşme içerisinde nefret söylemleri bırakmamış mıydı? ‘Alevilerin katli vaciptir’ diyen Ebu Suud efendiye övgüler dizilmemiş miydi? Tüm bunlar yetmezmiş gibi birde "dedelerden talimat alma dönemi bitmiştir" diyerek kendini alevi hakimlerin mahkum ettiğini ima etmesi Başbakanın...Eeee Başbakan öyle derse cemaatte…öyle….eyler.
Gündemin baş döndürücü hızıyla yine geldik Türkiye’nin kadınlarına. Kadınlarımız Dünya sıralamasında son 10 ülke içerisindeler. Nasıl mı?
Dünya ekonomi formu kadın erkek eşitliği hususunda yayınladığı rapor bizlere neler hissetmeli acaba? Büyüme hızımızla, gözleri yaşartan başarılara imza atan Türkiye; 134 ülke arasında kadınlar söz konusu olunca 126 sırada yer alıyor. Ne büyük bir başarı(!)Çalışma da kriter olarak kadın sağlığı, eğitimi, ekonomik durumu ve siyasi temsili gibi alanlar alınıyor.
Gelin şöyle bir rakamların dilinden konuşalım. Sağlıkta kadınlarımız 61 sırada. Siyasette 99,ekonomik katılımda, fırsat eşitliğinde 131,eğitimde 109 sırayla Fas’ın gerisinde yer alıyoruz. İşte zurnanın zırt dediği yer burası. Fırsat eşitliğinde 131 alarak sondan üçüncü oluyoruz.
Toplumsal cinsiyet eşitliğinde Türkiye de baş döndürücü olan kalkınmamız bu konuyu teğet geçiyor. Zaten Başbakanımızda “kadın erkek eşitliği söz konusu olamaz” buyurmuştu.
.
Kalın kırmızıçizgilerle hunharca karikaturize edilen bedenlerimiz, kılığımız üzerinden siyaset yapılıyor. Türk siyaseti sıkıştıkça gözden ilk çıkarılacaklar kadınlar oluyor yine. Halkın gözünün içine bakılarak kadına ve çocuğa çeşitli haklar verildiği yalanlarıyla oyalanıyoruz üstelik. Böylelikle seslerimiz bir kez daha hayat içerisinde kapı dışarı bırakılıyor. Onun yerine banttan yayınlarla, klişeleşmiş söylemlerle giderek soluklaşan görüntülerimizle oyalandırılıyoruz diyor yıldırım Türker radikal’de
Aslında tüm mesele ne biliyor musunuz? Erkek siyasetçilerin yanlarında taşıyacakları kadınlarının neye benzemesi gerektiği.Bu tartışıla dursun; kadın bir aksesuardan öteye gidemiyor, taşınır bir menkul, gayri -menkul olarak çerçeveleniyor.( Yıldırım Türker Pazar günü radikal iki ekinde ne güzel söylemiş kadına dair)

Bir birey, insan olarak düşünülmeyen kadın; hayatın, siyasetin içinde sembolik bir vitrin adeta.Pozitif ayrımcılıktan söz etmiyoruz bile.Kadın hayatları jurisi silme erkek olan bir yarışmada sahnelenip helak oluyor.Hep aynı nakarat…
Türbanla kamusal alana girsin mi girmesin mi diye tartışa duralım; çalışmak isteyen kadınların nasıl bir tehdit altında olabileceğini Adana da ki bir olay hatırlatıyor bizlere. Çalışmak isteyen ablasını eniştesinin kışkırtmasıyla bıçaklayıp öldürüyor delikanlı. Mersin de yaşanan bir başka olayda da tarlada çalışıp aileye katkıda bulunmak isteyen ve araya giren oğluyla birlikte tabancayla vuruluyor diğer biri. Son sözleri ”ben çalışmasam kamyonun parasını nasıl öderiz” oluyor
Resmi rakamlar bizlere kadının iş ortamına katılımının 1987 den 2008’e kadar olan %36 sının, daha sonraları %26 düştüğü gösteriyor.
Esra Ceylan’nın evlendirme programında törelerimize göre evli olduğunu söyleyen telefonda ki adamın sesini bir kadının hıçkırıkları bastırıyor. Nüfus cüzdanında bekâr olan adam 3 aydır imam nikâhıyla evli. Sözünü dinlemiyor diye şansını birde burada denemek istemiş. Nüfusun %85 hem imam hem de resmi nikâhlı. %8 ise sadece imam nikâhlı. Bu kadınlar devletin örtülü rızasıyla medeni kanundan yararlanamıyor. Bu kadınlar boşanamıyor ‘boş ‘ oluyorlar. Nafaka alamıyor, maddi manevi tazminat hakkından yoksunlar. Çocukları aile içi çocuk sayılmıyor ve miras alamıyorlar.84 senedir bu durum diğer kadın sorunları gibi akıllara zarar, hiç yokmuş gibi yaşanıp gidiyor. Yasa koyucular, AKP’nin imam nikâhlı milletvekilleri arzu endam ederek boy gösteriyorlar ve her şey normalleşiyor sanki.
Türbanlı kızlarımızın eğitim hakkı tartışıla dursun, ülkemizdeki parasız eğitim, parasız sağlık ve eşit yurttaşlık istemleri hiç duyulmuyor.Parasız,nitelikli ve fırsat eşitliği olması gereken eğitim giderek ırkçılaşıp, gericileşerek; hem beynimizi hem de gözümüzü örtüyor,örtünüyoruz..Bir bütün olarak değerlendirilmesi gereken özgürlük taleplerimiz duymazdan geliniyor.
Özgürlük ve demokrasimiz de bu kendine demokratların elinde oyuncak olmuş. Konu eşit yurttaşlık, ana dilde eğitim, zorunlu din dersleri ve ibadetlerini cem evlerinde yapmak isteyen alevi yurttaşları olunca hemen rafa kalkıyor.
Çanakkale’nin Denizgördü köyünde 2007’den beri halka sorulmadan yapılan camide ıssız bir imam tek başına namaz kılıyor.Her şeye rağmen ne güzel,inadına demokrasi. Yine ülkeme has bir demokrasi klasiğin de, hızını alamayan hükümetimiz, alevi yurttaşlar yetmezmiş gibi Milli eğitim talim ve terbiye kuruluyla, bu sene otistik çocuklara eğitim merkezlerinde uygulanmak üzere 1 saatlik din dersi koyuyor. Öğrenme zorluğu çeken bu çocukların soyut bir kavram olarak dinin nasıl anlatılacağı bir yana onlar için çok önemli olan beden eğitim dersleri kırpılarak verilecek bu dersler.Artık kimin otistik olduğunu karıştırıyorum burada.
Okullarımız, hastanelerimiz, devlet birimlerimiz, aklımıza gelen tüm kurumlar bir kuşatılmışlık içindeler. Muhafazakârlaşıyoruz giderek. Muhafazakârlaştıkça kadın sevmez oluyoruz, farklı olanı dışlayıp ötekileştirip, düşmanlaştırıyoruz. Hayatın her alanında kutuplaşıyoruz. Baskıyla, sindirmeyle, gerektiğinde şiddete baş vurmaktan çekinmeyerek birbirimizi boğuyoruz. Artık sadece Anadolu’ya has yaşanan linç girişimleri şimdilerde İstanbul’un göbeğinde Tophane de ‘münferit bir olay’ hoşgörüsüne sığmayacak boyutlarda.
Evet, demokrasi anlayışı tümden sorunlu AKP’nin. Halk desteği, çoğunluk deyip sürekli yüceltiyor kendi demokrasi anlayışını.Yani kendinden olana verilen özgürlükler. Evet biz Kadınlar ,Çocuklar,Aleviler,Kürtler, Hıristiyanlar,Süryaniler …. ve ülkemin tüm renkleri. Evet biz halkız ve çoğuz. Şili de kurtarılan madencinin sözleriyle bitirmek istiyorum yazımı.’Evet bizi demokrasi kurtardı’ diyor işçiler.Eh ne diyelim darısı bizim başımıza.Bizi de kurtaracak olan kendi kollarımızdır.Aydınlık güzel günlere…….

yangın yeri

YANGIN YERİ
Yazma serüvenimin ilk günleri için nelerden bahsedeyim derken “merhaba” yazımı okuyan iş arkadaşlarımın sorun bombardımanına uğradım.
Hep bildiğim ama bir yazımlık tecrübemle daha iyi anladığım “yazının etkisi” olsa gerek bu bombardımanın sebebi.
Eskiden beri tüm ülkeleri yönetenlerin basın-yayın üzerinde etkin olmaya çalışmaları boşuna değilmiş. Medya ve düşüncenin ancak paylaşıldıkça büyüyen değiştirici bir güç olma gerçeği. Toplumun doğru ve gerçek bilgiye ulaşmasının önemi, yazıya da bir fener misal, sisli ortamlarda aydınlatma misyonu yüklüyor.
İşte bu ortamda ”sağlıkta ki dönüşüm”ü “reform” diye yutturma projesinin gerçek yüzünü anlatmak her zamankinden daha önemli. Bizlerin yıkım dediği bu projenin cilaları yavaş-yavaş dökülüyor. Basından takip ettiğimiz yangınlar hastaneleri, hastaları ve biz sağlık çalışanlarını yakmaya devam ediyor.4 yangının 4üde tesisat hırsızlığından diye manşet atan gazetelerden Bursa’da ki yangının da kalitesiz elektrik malzemesi kullanılmasından çıktığını öğreniyoruz. Daha öncesinden de aynı sebepten çıkan yangında 9 kişi hayatını kaybetmişti. Yoğun bakımda hayatını kaybeden hastalar için Sağlık Bakanı” yoğun bakımda ki hastaların çoğu zaten öleceklerdi.”diyerek çok insani ve sorumluluk sahibi açıklamasını yapmıştı.(!)
Evet; sağlıkta ticaret ölüm demekti. Özelleştirmelere, taşeronlaştırmalara karşı mücadele veren SES’in haklı olması beni bu kez hiç sevindirmiyor.
Giderek parça-parça hizmetlerin taşeronlaştırılmasının getireceği sorunlara öngörüyle karşı çıkarken, bizler dinazor olmakla suçlanmıştık. Çünkü dünya değişiyordu,değişecekti tabi!!.Değişmekle beraber bir taraftan da uysallaşıyor, uysallaştırılıyordu.
O yüzden İMF ve onun neo-liberal politikalarının sonucu olan taşeronlaştırma, özelleştirmeler ve örgütsüzleştirmelere” hayır” derken bizler tutucu, İMF ve onun neo-liberal politikalarına entegre olmayı savunan sendikalar(!) yenilikçi olarak lanse ediliyordu. Giderek haksızlıkları, hırsızlıkları unutturmanın, adaletsizliği yenilir yutulur kılmanın yolları aranırken; hak arama ve mücadele etmenin de bir ütopya gibi görünmesi için uğraşılıyordu. Biz sağlık çalışanları her geçen gün hastalık riskleriyle burun buruna daha çok çalıştırılıp, daha az ücretlere mahkûm ediliyorduk. Anayasal hakkımız olan haftada 40 saatlik çalışma süremiz bile genelgelerle açıkça hukuk çiğnenerek 45 saate çıkarılmaya çalışılıyor. Döner sermaye uygulamalarıyla ticaretleşen-piyasalaşan uygulamalarla adeta makineleştirilip, cezalandırılıyoruz. Bir enfeksiyon kapan arkadaşımız her 10 günde yaptırması gereken kan testlerini ekonomik sebeplerle, kesintiler yüzünden yaptıramazken, birçok sağlık çalışanı da döner kesintisi olacak diye hastayken bile çalışıyor.
Direk bizleri ilgilendiren uygulamalarda dahi fikrimiz alınmıyor, sonuçları da bizlere fatura ediliyor. Birçok sağlık çalışanı artan şiddet ortamında yaralanıyor, darp ediliyor.
“Paran kadar sağlık “denilen bu sistemin dişlisi olmaya zorlanarak; giderek mutsuzlaşıp, tükenmişlik hissiyle sağlıksızlaştırılıyoruz.
Sendikamızın da bir parçası olmaya çalıştığı iş yerlerimizin demokratikleştirilme çabası ise bize bol geleceği söylenen bir elbise gibi adeta.
En çok sevdiğimiz konuda demokrasi… Gelmesine gelsin demokrasi de, yerimiz yok. Hatta bu akşam gelsin ama annem evde yok. Başka bir zaman bekleriz.
Bizler bu sağlıksız ortamda,”paran kadar sağlık “ diyen bu uygulamaları istemiyoruz. İnsanın insan olmaktan kaynaklı, insanca yaşayacağı bir dünyada; sağlığında eşit, ulaşılabilir ve nitelikli olması tüm çabamız. İş yerlerimizde çalışma barışını açıkça bozan işletme mantığının sonucu olan döner sermaye uygulamalarının kaldırılıp, yerine temel ücretlerimizin insanca yaşayacak boyutta düzeltilmesini istiyoruz. İş yerlerimizin bizi dışlayan karar mekanizmaları yerine katılımımızla demokratikleşeceğine inanıyorum. Van kedisinin gözlerinin farklı renklerde olup aynı görmesi gibi, dışlamayan bir bakış açısına ihtiyacımız var.
Artık taşeronlaşan, tüm hastanelerde ki hizmetler; ormanda çıkan yangın misali. Hızla büyüyor. Bilirsiniz yangın sadece ağaçlar için değil ormandaki tüm canlılar için bir yıkımdır. Yangın hızla büyüyor. Görmüyor musunuz?