26 Nisan 2012 Perşembe

MANİSADA SENDİKALAR SİYASİ PARTİLER DEMOKRATİK KİTLE ÖRGÜTLERİ 1 MAYIS İÇİN ORTAK AÇIKLAMA YAPTI










Değerli Basın Mensupları,
Eşitlik, Adalet, Demokrasi, Barış, Bağımsızlık ve İnsanca Bir Yaşam İçin 1 Mayıs’ta Ülkenin Her Yerinde Alanlardayız

Dünyada ve ülkemizde çalışanların yüzyıllardır bedel ödeyerek biriktirdiği kazanımlara saldırılar, artarak sürmektedir. Egemen sistem ve temsilcisi AKP tarafından tarihsel hınç ve öç alma olarak yürütülen bu politikalar ülke sınırlarını tanımıyor, renk, cins, dil, din, kültür ayırmıyor, doğa-insan-canlı üçlüsünü tahrip etmekten çekinmiyor. Bunlara hayır demek için 1Mayıs ta alanlara çıkıyoruz.
 Sağlık ve eğitim politikalarında yıkıma, hizmetlerinin piyasaya açılmasına. Özel okullara teşvikler, kamu okullarının satılması ve devredilmesi, kamu özel ortaklığının devreye sokulmasıyla öğrencilerin müşterileşme süreci tamamlanmasına karşı hayır demek için.
 4688 TİS değişiklikleri hem de 4+4+4 eğitim yasasına karşı 1Mayısta alanlara çıkacağız.
Devlet güdümlü, iktidar beslemeli, yurtsever makyajlı, milliyetçi ve sahte sendikaların gerçek yüzlerini TİS taleplerimizde buluşturarak açığa çıkarmak için,
2012 -1 Mayıs’ının birlik, dayanışma, mücadele şiarıyla tüm illerde emekçiler, toplumun ötekileştirilmiş ve tüm muhalif kesimleri ile birlikte kitlesel kutlanması için, olumsuz politikalarına hayır demek için;
Sendikal haklarımızı, özgür ve demokratik yaşamı, laik, bilimsel, parasız, anadilinde eğitim talebimizi güçlendirecek mücadele etmek için toplumun ezilen, yok sayılan, ötekileştirilen kesimleriyle 1 Mayısta alanlarda olacağız.
Ø            Grev hakkımızın yasal teminat altına alındığı bir Toplu Sözleşme düzeni için,
Ø            Kamu hizmetlerinin ticarileştirilmesine son verilmesi için,
Ø            “KHK Demokrasi ”sine son verilmesi için,
Ø            Her türlü güvencesiz çalıştırmaya son verilerek tüm çalışanlara kadrolu iş güvencesi sağlanması için,
Ø            Tüm çalışanlara insan onuruna yakışır bir ücret ve sağlıklı çalışma koşullarının sağlanması, çalışma yaşamının demokratikleştirilmesi için,
Ø            Emekçilere dayatılan angarya ve zorunlu fazla mesaiye son verilmesi için,
Ø            Temel ücretlerin artırılarak, eşit işe eşit ücretin gerçekten hayata geçirilmesi için,
Ø            Ek ödemelerin tüm emekçiler için eşitlenerek emekliliğe yansıtılması için,
Ø            Net asgari ücretin açlık sınırı olan 1.000 TL’ye çıkarılarak tüm ücret ve maaşlarda bu tutarın vergi kesintisi dışında bırakılması için,
Ø            Hukuksuz, haksız ve mesnetsiz biçimde yapılan gözaltı ve tutuklamalara son verilmesi, tutukluların serbest bırakılması için,   
        KESK, TTB, TMMOB, DİSK EMEKLİSEN, ADD, YKKE, Hacı Bektaş Veli And. Kült. Vakf., Alevi Kül. Dern. Manisa Şb., BDP, DSP, ÖDP, EMEP, EDP, HDK, Saat :10.00 ‘da EĞİTİM SEN ‘de toplanarak Manolya Meydanına yürüyeceğiz.1 MAYIS Basın açıklamasını yaptıktan sonra Öğretmen Evinden Saat:12,00’de otobüslere binerek İzmir’de 1Mayıs kutlamalarına katılacağız.


                                                                                                             ALİ GÖK
                                                                                               KESK DÖNEM SÖZCÜSÜ

SES MANİSA KADIN KOMİSYONU 27 NİSANDA ADALET İÇİN ADLİYE ÖNÜNDE OLACAK

Bildiğiniz üzere Muğla'nın Fethiye İlçesi Gebeler Kaplıcası'nda yaşayan bir kadın, 2007 yılının Haziran ayında, tecavüz ve işkenceye maruz kalmıştı. Kendisine tecavüz eden 8 kişiyi teşhis etmesine ve suç duyurusunda bulunmasına rağmen uzunca bir süre sonuç alamamıştı.
Adalet Bakanlığı'na yapılan başvurunun ardından, kadın örgütlerinin de baskısıyla savcı dosyayı yeniden gündeme aldı ve yaşı 18'den küçük 2 kişi hakkında "kişi hürriyetini engelleme" ve "nitelikli cinsel saldırı" suçlamasıyla dava açıldı. Olaydan yaklaşık 4 yıl sonra açılan davanın ilk duruşmanın görüldüğü 26 Ocak'ta ise diğer 6 zanlı dosyaya dahil edildi.
Adli Tıp Kurumu'nun mağdur kadın hakkında "toplu tecavüzden kaynaklı tramva sonrası stres bozukluğu" ve "tecavüz kalıcı hasara yol açmıştır" şeklinde raporu olmasına rağmen sanıklar tutuksuz olarak yargılanıyor. Ve ne yazıkki duruşma savcısı mağduru korumak yerine sanıklara beraat talebinde bulunmuştur.
Değerli basın emekçileri gün geçmiyor  ki bir kadın cinayeti haberiyle sarsılmayalım. Medyada hemen her gün Şiddete maruz kalan, katledilen , taciz yada tecavüze uğrayan bir kadının haberine rastlamayalım. Ne yazıkki ne çıkarılan yasalar ne yapılan resmi açıklamalar kadına yönelik şiddeti durduramıyor. Erkek egemen zihniyeti gerek resmi gerekse gayri resmi kurum ve kişilerce desteklenmeye ve günde ortalama beş kadının çeşitli şekillerde şiddet görmesine neden oluyor.
Devlet mağdurun değil, sanığın yanında saf tutuyor. Sanıkları cezalandırmak yerine, tecavüz olayını meşrulaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar.
Biz kadınlar artık 3. sayfa haberi olmak istemiyoruz. Suçluların hakkettikleri cezayı almasını, yasaların ve adalet sisteminin buna uygun olarak düzenlenmesini istiyoruz. Erkek egemen zihniyetini besleyen ve kadına yönelik şiddeti meşrulaştıran tüm söylem ve eylemlerden vazgeçilmelidir. Toplumda yaşanan ve sebebi ne olursa olsun kadına fatura edilen cinnetin artık bedelini ödemek istemiyoruz. Ne bize tanımladınız kimlikle nede sınırlandırdığınız hayatla barışmayacağız. Kadınlar her yerde birbirinin yanında yeralmaya ve erkek egemen zihniyetine karşı birlikte mücadeleye devam edecekler.
Bu dayanışma ağını örmek üzere SES Manisa kadın komisyonu olarak  27 Nisan da fethiye adliyesi önünde olacak ve adalet isteyeceğiz. Suçlular hakkettikleri cezaya çarptırılana kadar diğer kadın örgütleriyle beraber bu davanın takipçisi olacağız.
                                                                                                     Ayça RAMAZAN
SES Manisa Şb. Kadın Sekreteri

25 Nisan 2012 Çarşamba

EBELER MESLEGİ SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ PANELİ



Dostlar merhaba! Sizleri Sendikam SES adına saygıyla selamlıyorum. Hoş geldiniz.


Sevgili ebe arkadaşlar; meslek yaşamınız boyunca  “tarihin en eski ve en kutsal mesleklerinden olan ebelik” diye başlayan çok nutuk duymuşsunuzdur. Belki mesleğin ilk yıllarında ya da öğrencilikte biraz etkilese de zamanla bu sözlerin tüketilen ve sömürülen, karşılıksız ve bitmek bilmez bir özverinin beklendiği her meslek için söylendiğine tanık oluyoruz.

Gerçektende icra edilişi ilk doğumla başlayan ebelik bugün bir var oluş kavgası vermektedir. Şimdilerde Ülkemizde de can hıraş şekilde hem Sendikamız SES hem de TTB gibi, hemşire-ebeler derneği gibi sağlık örgütlerinin tüm uyarı ve mücadelesine rağmen hayata geçirilmeye inatla çalışılan’ Sağlıktaki yıkım’ yasaları ve onun gereği olan paranın imparatorluğu ne kutsal meslek ne de en eski meslek bırakmıştır.

‘Paran kadar Sağlık’ işlediği vahşi sistem neredeyse normal doğum bile bırakmamıştır ki ebeler ebelik yapsın.

Ülkemizde 47 bin civarında ebe olmasına rağmen neredeyse yarısı bile asıl mesleğini yapamaz durumdadır. Ebeler daktilograflık, sekreterlik, hemşirelik, veznedarlık gibi sağlık iş kolunda ne iş varsa yapar hale getirilmişlerdir. Sağlık Bakanlığı verilerine göre Türkiye’de 48 bin 85 ebe görev yapmaktadır. Ebelerden 43 Bin 404’ü Sağlık Bakanlığı’nda, 4 Bin 127’si özel sektörde ve 554’ü ise üniversite hastanelerinde görev yapmaktadır. Yani ebelerin yüzde 90’ı Sağlık Bakanlığı’nda çalışmaktadır. Oran olarak Bakanlıkta en fazla görev yapan meslek sahibi olan ebelerimizin sorunlar, sağlıktaki yıkım yasaları sebebiyle giderek derinleşmektedir.

 Ağır çalışma koşulları altında görevlerini yerine getirmeye çalışan ebelerin, sağlık sisteminin önemli unsurlarından olmasına ve Türkiye'deki 168 yıllık tarihi geçmişine rağmen ne yazık ki özelleştirme çalışmasının ilk adımı olan ‘Aile Hekimliği’ uygulamalarıyla tüm birikimler sil baştan yapılmıştır. Sağlık giderek paralı hale gelirken ebelerde iş güvencelerini büyük oranda kaybetmişlerdir

"Kalkınmışlık göstergeleri arasında ilk sıralarda yer alan ana ölüm oranı, bebek ölüm oranı, 5 yaş altı ölüm oranı ve kızamık sıklığının azaltılmasında ebeler birinci derecede öneme sahiptirler. Oysa bugün gelinen noktada görüyoruz ki bir hak olması gereken sağlık hizmetlerine ulaşımda özellikle sağlığı almakta zorlanan yoksul halkımız etkilenmekte ve reform gibi şirin kelimelere sığınılarak makyajlanan bu sistemi deneyen birçok ülkede salgın hastalıklar tekrar hortladığı ve tüm sağlık hizmetinin niteliğinin düştüğü gözlemlenmiştir. Toplumun sağlık hizmetlerinde önemli yeri olan ve sosyalizasyonuna uygun olarak tasarlanan sağlık ocağı modeli ve koruyucu hizmetleri önceleyen tüm hizmetlerde Ebeler ve alan çalışması yaparak, hizmeti haneye kadar sokan ebelik hizmetleri çok önemli olmakla birlikte, bugün ‘aile çalışanı elemanı’ gibi muğlâklaştırılan hizmet tanımıyla ebelik ‘aile hekimliği’ kapsamında sorunları katmerleşmiştir. Zaten halen yürürlükte olan 1928 tarih 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına dair kanunla ve bazı yönetmeliklerle yönetilmektedir. Mevcut kanun günümüz Türkiye şartlarına uymadığı gibi çıkarılan yönetmeliklerle ebeler hemşirenin yardımcı pozisyonuna sokulmaktadır. Kendi mesleğine ek olarak hemşirelik görevi de icra eden ebeler, Sağlık Bakanlığı'nın en önemli hizmet kadrolarından birisi olmasına rağmen mesleklerinin onuruna yakışır bir durumda değillerdir. Toplum sağlığı merkezlerinin artan nüfusa rağmen çoğaltılmak bir yana aynı işi daha az personelle fazlalaşan nüfusa hizmet veren toplum sağlığı merkezlerinin kapatılması sürecinde, ebeler hastanelerde çalışmayı tercihe zorlanmışlardır. Burada hemşirelik yapan ebeler şimdilerde pdc fazlalığı veya geçici görevlendirilmelerde hemşire olarak çalışmaları unutulup ebelikleri hatırlanarak, böylece bir kez daha mağdur edilebilmektedirler. Bizler iş güvenceli ve gelecek kaygısı duymadan çalışma ortamlarını savunurken KHK çıkarılan kamu hastane birlikleri ile hastanelerin özelleştirilmesi sürecinde tüm sağlık çalışanları gibi ebelerin de PDC fazlalığı bahanesiyle mağdur edilmelerini istemiyoruz. Bu kapsamda tüm Türkiye de hemşire olarak çalışan ebelerin hemşire yetki belgesi alınması için Sağlık bakanlığına iletilmek üzere imza kampanyası başlattık. Çıkarılan yasalarla hemşire ve doktor eksiğini ‘ithal hekim-ithal hemşire’ile kapatmaya çalışan AKP hükümeti şimdilerde ise fen eğitimi görmüş kişileri hemşire yapma planlarıyla hizmette sınır tanımıyor ve hem mesleğimizi hem de işimizi ucuzlatma ve itibarsızlaştırma planları yapmaktadır.

Sendikamız SES olarak sağlığın ağır ve tehlikeli iş kapsamına alınıp, yıpranma ve her gün hastalık kapma riskleri göz önüne alınarak erken emeklilik talebimizle birlikte iş güvenceli bir çalışma hayatını dönüştürmeye çalışırken, 48 bin ebenin sorunlarının kaynağını da emekçilerinin sorunlarıyla aynı zihniyetten kaynaklandığını görüyoruz. İnsanın insan olmasından kaynaklı nefes olmak gibi doğal bir hak olması gereken ‘sağlık hakkını’  alınıp satılan bir nesne görüp, ticaretleştirenler sağlığı da kirletmektedir.

Ülkemizde zaten sorunlu olan sağlık alanı ve sağlık emekçilerinin sorunları “Sağlıkta Dönüşüm Programı” ile daha da artmıştır.  Bir İMF ve Dünya Bankası projesi olan sağlığın özelleştirilmesinin ilk adımı olarak sağlık ocakları kapatılmasıyla atılmış, buda koruyucu hekimlik uygulamalarına vurulan büyük bir darbe olduğu gibi ebelerin toplum sağlığı açısından yaptığı önemli hizmetleri de ortadan kaldırmıştır. Böylece ücretsiz yapılan tüm uygulamalar hastaya paralı verilmeye başlanırken, ebelerde aile hekimlerin yanında sözleşmeli çalışmak zorunda bırakılmıştır. Bu durumdan ebeler de fazlasıyla etkilenmektedir. Özellikle 1 basamak sağlık hizmetlerinde önemli yer tutan ebeler, 1. basamağın Aile Hekimliği adı altında dağıtılması, sağlık ocaklarının kapatılması ile ana-çocuk sağlığı, gebe takibi vb. en önemli hizmetleri gereği gibi veremez duruma getirilmişler, aynı zamanda hekimle sözleşme yapacak Aile Sağlığı Elemanı olarak nitelendirilerek, meslekleri tamamen yok sayılmıştır. Geçmişten beri görev, yetki ve sorumluluklarının sınırlarının belirlenmemesine bu durumun eklenmesi görevlerini daha da muğlâklaştırmıştır.

 Sözleşmeli istihdamla ailelerinden ayrı bırakılmışlar, vekil ebe gibi istihdam modelleri ile düşük ücretle çalıştırılmaya zorlanmışlardır. Ayrıca ebelerimizin görev yaptıkları yerlerde yaşadıkları malzeme yetersizliği, lojman ve güvenlik gibi sorunların çözümü için ne yazık ki bir adım atılmamıştır. Ayrıca sağlıktaki masallarla oyalandırılan ve paran kadar sağlıkla uygulanan performans sistemiyle ‘vatandaş memnuniyeti’ kriterleri gibi sağlığı otelcilik hizmetleriyle eşleştiren kalitesiz sağlık hizmetleri vermeye mecbur bırakılan sağlık emekçileriyle halk karşı karşıya getirilmiş, buda tüm sağlık çalışanlarına artan şiddet olarak geri dönmektedir. Bununda sorumlusu sağlık çalışanları değil bu politika ve bunu uygulamakta ısrar eden sorumsuz yöneticilerdir. İş ortamımızda bizlerin can güvenliğini tehlikeye sokan artan şiddet hala çözülmeyi bekleyen büyük bir sorundur.
Anne ve bebek sağlığının, kısacası insanın geleceği için önemli bir sağlık hizmetini sunan ebelerimiz ne yazık ki kreşlerin görev yaptıkları kurumlarında olmaması veya yetersiz kalması nedeniyle kendi çocukları ile ilgilenmede diğer sağlık emekçileri gibi sıkıntı yaşamaktadırlar. Sayın başbakan herkese 3 çocuk yapma talimatı verirken aylık 800 liraya çalışan vekil ebeyi ve bu vekil ebenin anne olabileceğini düşünmüş müdür ya da ebe olmasına rağmen işsizlik içinde kıvranan binlerce ebeyi aklına getirmiş midir, bilinmez ama bilinen bir şey var ki o da tüm diğer sağlık mesleklerinde olduğu gibi ebelerinde tükenmişlik sendromu ile karşı karşıya bulunduklarıdır. Normal doğumdan uzaklaşan ebeler mesleğini yapamaz, pasif, bağımlı, karar vermekten uzak hale getirilmektedirler. Doğum öncesi izlem ve bakım öylesine hastanelere bağımlı hale gelmiştir ki, bu durum normal doğumun da sonunu getirmiştir. Bu haliyle de performans ve para işin içine girmiştir ama ebelerin performansı görülmemektedir.


Bebek ve ana sağlığı göz önüne alındığında onlara sağlık hizmetini sunarak çok önemli bir görevi yerine getiren ebelerin sorunları aslında çok önemli bir toplum sağlığı sorunudur. Çünkü bu alanda yapılacak tüm iyileştirmeler bebek ölüm oranı gibi toplumun gelişmişlik ölçütlerinden tutunda ana sağlığı gibi geleceğimiz etkileyen konuları da kapsayacaktır.
Herkese sağlık, güvenli gelecek diyen sendikamız SES, emeğimizle yıllardır biriktirdiğimiz iş güvencemizin önemini savunmaktadır. Bu sebeple Ebeler de ki bu parçalı istihdam modellerinin hemen terk edilip, Vekil ebe-hemşire, 4/C’li 4924’lü ve 4/B’li sözleşmeli olarak çalışmak zorunda bırakılan ve taşeronlaştırılan tüm çalışanların kadroya alınmasını savunmaktadır. Çünkü sağlık bir kamu hizmeti olarak verilmeli ve hiçbir ticari hesapla kirletilmemelidir.
İlimizde gerekçesiz kapatılarak başta ebeler olmak üzere çalışanları tamamen dağıtılan toplum sağlığı merkezleri sendikamız SES in açtığı dava kazanımıyla sonuçlanmış ama daha sonra Sağlık bakanlığı hiçbir toplum yararı gözetmeyen bu uygulamasında ısrar ederek açıkça hukuksal alanda maniplasyanlara girişmiştir.

 Haklarımız konusunda ısrarcı mücadelemiz, koruyucu hekimliği yok sayıp, bulaşıcı hastalıklar gibi toplumun tüm kesimini ilgilendiren, hastalıkları hiçe sayan hükümet yetkililerine verilen iyi cevap niteliğinde olacaktır. Bizler alın teriyle geçinen, onurumuzla mesleğimizi yapmak isteyen emekçiler olarak,  yüzyıllarca mücadelelerle elde edilen başta iş güvencemiz gibi tüm haklarımız ve kazanımlarımız konusunda yılmadan ve ısrarla mücadele etmeliyiz.

 O sebeple diyoruz ki Sağlıklı toplum, sağlıklı ve normal doğumla başlar.

Normal doğumu ebe yaptırır.

Ebeler kendilerini ne kadar sağlıklı ve güvencede hissederlerse doğuma da o ölçüde sağlıklı katkı sunacaklardır.

Ebeler artık kutsal meslek, köklü meslek, özverili meslek vb. nutuklar değil hak ettikleri insanca yaşamı istemektedirler.

        Sustukça, korktukça, yandaş ve etkisiz sendikalara üye oldukça geleceğimizin kararacağı açık. Dünya bankası ve İMF projesi olan bu uygulamaları kabul eden ülkelerin emekçilerinin durumundan biliyoruz. O sebeple iş yerlerimizde tekrar ekip ruhunu canlandırarak, dayanışma ruhuyla başta iş güvencemiz ve ücret güvencemiz olmak üzere tüm haklarımız için mücadelemizi ısrarla büyütüp genişletmek zorundayız. Genel sağlık sigortasıyla sağlık hizmetini almak için 12 kalem ödeme yapmak zorunda kalan, sömürülen halkımızı da yanımıza alarak ücretsiz, nitelikli, kaliteli ve ulaşılabilir sağlık hakkımız için iş yerlerimizde mücadele etmeliyiz. Zaman kaybetmeden iş yerlerinde birlikte kararları alabileceğimiz, geleceğimizle ilgili yasaları tartışıp kararlaştırdığımız ‘sağlık hakkı meclislerini’ kurmalıyız. Yanımıza toplumun tüm kesimlerini alarak geniş ve etkin bir sağlık hakkı mücadelesi örmeliyiz.
Bizler bizden önceki mücadele mirasına sahip çıkarak iş güvencemiz, sağlık hakkımız, gelecek güvencemize ve çocuklarımıza onurlu ve yaşanılası bir dünya bırakmak için azim, cesaret ve inançla mücadele etmeye devam edeceğiz.

 Koca bir çınar gibi köklerini bu haklı ve tüm toplumu kucaklayan taleplerden alan sendikamız SES ve konfederasyonumuz KESK bu mücadele tarihinin gönül evidir. Eşit, özgür ve aydınlık yarınlar için sizleri buradan azimle cesaretle el ele mücadeleye davet ediyorum.
Sesinizi Sesimize kattığınızda çoğalıp, tüm engelleri aşacağımıza inanıyorum.
Sağlıktaki tüm yıkım yasalarını örgütlü mücadelemizle ortadan kaldıracağımıza olan inancımla ebeler haftanızı kutluyoruz.

Burada Mesleklerini özveriyle yaparken toplumsal sorunlara olan duyarlılıkları nedeniyle özgürlükleri elinden alınan SES kadın tutuklularından ebe olan sevgili Olcay ve Seher’e de selam gönderiyorum.

 Tüm emekçiler gibi ebeler içinde gelecek güzel günlere inancımla, sizleri selamlıyorum ve saygılarımı sunuyorum.

YAŞASIN SES!

YAŞASIN ÖRGÜTLÜ MÜCADELEMİZ!

     İnadına sendika inadına SES!



                                                                                        SES MANİSA ŞUBESİ Adına
                                                                                             Şube Bşk.Serpil DENİZ


21 Nisan 2012 Cumartesi

SES EBELER HAFTASINI İŞ YERLERİ ZİYARETLERİ YAPARAK KUTLADI.



Ebeler haftası sebebiyle Manisa Merkezde ki ASM ler ve Doğum Evi Hastanesinde ki ebeler ziyaret edilerek 25.04.2012 tarihinde düzenleyeceğimiz 'Ebelik Mesleği, sorunları ve çözüm önerileri' konulu panel daveti yapıldı. Ayrıca TİS taleplerimizle ilgili imza kampanyası kapsamında bilgilendirme yapılıp imza toplandı.Manisa Şubemizin Genel Merkeze de önerdiği TSM lerin kapatılma sürecinde hastanelerde hemşire olarak çalışan ebelerin 'hemşirelik yetki belgesi alması istemi'ile ilgili şubemizin hazırladığı 'Sağlık bakanlığına ' iletilmek üzere hazırlanan metin ebelere imzalatıldı.Sağlıktaki sorunlar, son zamanlarda tırmanan sağlık emekçilerine yönelik şiddet ve ebelerin sorunlarıyla ilgili panelde gösterilmek üzere röportaj çekimleri yapıldı.


Manisa SES Şube Yönetimi









20 Nisan 2012 Cuma

SAĞLIKDA ÖZELLEŞTİRME CAN ALMAYA DEVAM EDİYOR

BASINA VE KAMUOYINA! “SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM” CAN ALMAYA DEVAM EDİYOR! Bugün burada, “Sağlıkta Dönüşüm”’e bir kurban daha verdiğimiz için toplandık. Bir sağlık emekçisi daha, Dr. Ersin Arslan, 17.Nisan günü Gaziantep’te, hastanede görevi başında iken, bir hasta yakını tarafından katledildi. Hatırası önünde saygıyla eğiliyoruz. Dr. Ersin ARSLAN da ekip işi olan sağlık hizmetini verirken, biz sağlık emekçilerinin yaptığı gibi oldukça fedakârlık ve emek isteyen bu hizmeti yürütürken, yani hepimizin her gün yaptığı gibi sağlık ve şifa dağıtma çabasındayken " öldürüldü. Bu olayda da bir kez daha görüyoruz ki aslında bugün Türkiye her bakımdan karanlıklar içinde. Bu cinayette ülkemizdeki şiddet sarmalının bir ürünü. Kadın cinayetleri, Pozantı vakası, hapishanelerin gazetecilerle, milletvekilleriyle dolup taşması, iç çatışmalar ve komşu ülkelere müdahale hevesi, muhalif tek bir sese bile tahammül edememe, ağzını açana cop, su, biber gazı bugünkü Türkiye tablosu. Bugün Türkiye’de şiddet meşru! Eğer tüm bu adaletsizliklere ve toplumsal şiddete birleşik bir ‘dur’ diyemezsek, korkarız ki yarın bugünü aratabilir. Gün geçmiyor ki çalıştığımız her yerde bizlere yönelen şiddet sarmalıyla boğuşmayalım. Hastanemizde daha geçen bir hemşire arkadaşımız hasta tarafından darp edilerek burnu kırıldı, bir temizlik personelimiz aldığı darbe sonucunda akciğerinde ödemle hasta yatağında yatıyor. Her darp edilen, bıçaklanan, kurşunlanan, itilen kakılan ve hakarete uğrayan sağlık çalışanı ile bizlerin de bir parçası ölüyor. Ve işte sözün bittiği yerdeyiz. Dr. Ersin Arslan böyle bir Türkiye’de katledildi. Sahi bu sağlık çalışanının ölümü normal mi? Dr. Ersin Arslan bir kamu görevlisiydi. Soruyoruz: Dr. Ersin Arslan neden öldü? Dr. Ersin Arslan devletin hastanesinde, il sağlık müdürlüğü emrinde çalışan bir hekimdi. Dün de hastanede görevi başındaydı. İşi hasta bakmaktı. Soruyoruz ısrarla, Biri bize anlatsın, sahi Dr. Ersin Arslan neden öldü. Bir meslektaşımız, alın teriyle geçinen, mesleki etik kurallarına göre yapmaya çalışan tüm sağlık emekçileri gibi işi insanların hastalıklarını iyileştirmek olan bir insan, hepimiz gibi eşi, anası babası, evi barkı, bir geçmişi ve gelecek hayalleri olan, bir sağlık emekçisine uygulanan bu şiddet, cinayet normal olamaz, sıradanlaşamaz. Bu sebeple şimdilerde bize yönelik artan şiddeti sıradanlaştıran tüm politikaları buradan bir kez daha ŞİDDETLE kınıyoruz! O sebeple Öfkemiz de acımız kadar büyük Peki, neydi o şiddeti olağan gören neden? Memnun etme becerisi noksanlığı! Belli ki sevgili arkadaşımız, hastasının yakınını memnun edememişti. Çünkü bugün ülkemizde görevi yurttaşların bedensel, ruhsal ve sosyal sağlığını korumak olanlar; Çıkardıkları yasalarla verilen sağlık hizmetinin niteliğini iyileştirmek yerine, bizlerin hayatını zorlaştıran düzenlemelerde sınır tanımayarak, “müşteri” pardon hasta memnuniyetine bakıyorlar. Sayın Sağlık Bakanı saldırı sonrası bakın ne diyor: “Sağlık hizmetlerinde sağlanan yüzde 76'lık vatandaş memnuniyetinde, sağlık çalışanlarının alın terinin büyük yeri olduğu unutulmamalıdır.” Yüzde 76’lık memnuniyet! Bir hekim bıçaklanmış, can çekişirken, ölümle pençeleşirken, Sayın Bakan vatandaş memnuniyetinden bahsediyor. Belli ki Dr. Ersin Arslan diğer tüm sağlık çalışanları gibi hastayı tedavi etmeyi, ameliyat etmeyi, iyileştirmeyi biliyor; ama “memnun etmeyi” bilmiyordu. Bilemeyebilir de. Çünkü biz sağlık emekçilerine Tıp fakültesinde, sağlık okullarında hasta tedavi etmek öğretilir. Mademki anketlerle konuşuyoruz; şu anketlerin sonucunu hatırlatalım sizlere: Geçtiğimiz yıl Ankara Tabip Odası hekimlere çıkarılan yeni yasal düzenlemeler sonrasında “Hastalarınıza iyi sağlık hizmeti verdiğinizi düşünüyor musunuz?” diye sordu. Bu soruyu hekimlerin %84’ü “Hayır” diye yanıtladı. Yine geçtiğimiz yıl SES tarafından tüm Türkiye’de sağlık emekçilerine yönelik yapılan anket çalışmasında sağlık emekçilerinin %86’ sı sağlıktaki dönüşümden memnun olmadığını ifade etmişti. Burada bir gariplik var! Hekimler-sağlık emekçileri “İyi sağlık hizmeti veremiyoruz” diyor.İşin mutfağında olanlar bir şeyler ters gidiyor diyor , Ama halk memnun! İşte biz buna pazarlama başarısı diyoruz. Peki o zaman soruyoruz gerçek sorumlulara, VATANDAŞ MEMNUNSA NİYE SALDIRIYOR? Çok enteresan! Türkiye’de hastaların sağlık hizmetinden memnuniyeti arttığı söyleniyor. Ama memnuniyet arttıkça o zaman bu hizmeti üreten bizlere, sağlık emekçilerine saldırılar neden bu kadar hızla artıyor! 2009 ve 2010 yıllarında yani iki yılda hekime saldırı sayısı 65 iken, sadece 2011’de bu sayı 57. hekim dışı sağlık emekçilerine saldırının sayısı bile belli değil. Neden acaba? Hizmetten memnun olan halkımız neden sağlık emekçilerine saldırıyor acaba? Bu; yanıtı bizler için kolay bir soru. Saldırıyorlar; çünkü televizyondan kendilerine reklâmı yapılan “sağlık hizmetlerindeki iyileşmeyi” hayaldi gerçek oldu yalanlarını, hastaneye gittiklerinde göremiyorlar. Evet, anlatılan masallar bitti ve birinin kral çıplak demesi gerekiyor artık. Neydi tekrarlanan masallar. Eskiden kuyruk vardı. Bir doktorun kapısında 100 hasta vardı. Eee değişen ne. Bugün de bir doktor günde 150 hasta bakmak zorunda bırakılabiliyor. İtiraz yok. Bakılacak. Yeter ki hasta memnun olsun. 100. hasta olarak muayene odasına giriyorsunuz. Doktor ne yapsın? Şikâyetlerinizi sormak, sizi muayene etmek, bulgularını bilgisayara yazmak, bilgisayardan tetkiklerinizi istemek için sadece 3 dakikası var. Kapıda 101. hasta bekliyor çünkü homurdanarak. Sağlık Bakanı, “güvenlik tedbirlerini arttıracağız” diyor, olayı “güvenlik sorunu olarak görüyor yani. Oysa eskiden olmayan ve bugün olan o kadar çok şey getirdiler ki. Peki; eskiden olmayan ne var bugün? Katkı payı var, katılım payı var, reçete parası var, telefonla randevu parası var, “istisnai” denen sağlık hizmetlerine devletin hastanesinde devletin hastadan aldığı bıçak parası var, acilde yeşil alan uygulaması var. Yani kuyruklar duruyor; bir de üste para veriyoruz. Halkın zararına olanı halkın yararına gibi göstermek üzere televizyonlarda, gazetelerde kampanyalar yürütülüyor; anketler açıklanıyor. Sağlık Bakanı’nın açıklamasına bakacak olursak, şu anda %24’lük bir memnuniyet açığımız varmış.Tiz oda sağlana…. Değerli Basın Mensupları, Sizlerin aracılığınızla buradan yurttaşlarımıza sesleniyoruz. Sağlıkta dönüşüm bir kandırmacadır. Siz verginizi vererek, çalışmıyor olsanız dahi sosyal devlet prensibi çerçevesinde hastalandığınızda bakılmayı zaten hak ediyorsunuz. Ama onlar “Size sağlık hizmeti veriyoruz” diyerek sizden bir kez daha paranızı talep ediyorlar. Çok hasta bakılmasını istiyorlar. Sağlığa “ekonominin lokomotifi” diyorlar. Doktora çok gitmenizi istiyorlar. Doktorları “bakamayacakları kadar çok” hasta bakmaya zorluyorlar. Sevgili Halkımıza sesleniyoruz: Hasta kuyruklarının ve hastaya yeterli zaman ayrılamamasının sorumlusu doktorlar ve sağlık çalışanları değildir. Beğenmediğiniz hizmetin sorumlusu bizler değiliz. Hastaların cebindeki el de hekimlerin eli değildir. Sağlık çalışanları bugüne dek, dönüşüm programıyla kendilerine verilen görevi fedakârca yapmaya çalışmışlardır. Ama hayır! Olmuyor. Bu program yürümüyor. Sağlık emekçileri bunun farkındadırlar ve yetkilileri uyarmaktadırlar. Bugün bizler hastalarımızın nitelikli sağlık hizmeti almadıklarını yaşayarak tecrübemizle görüyoruz ve yarın durumun daha kötü olacağını açıkça söylüyoruz. Sağlık hizmetini veren kişiler olan bizler “bu sistem yanlış, hastalarımıza iyi bakamıyoruz, buradan şifa çıkmıyor, çıkmayacak” diyorsak, buna herkes kulak vermelidir. Sağlık Çalışanlarına yönelik şiddetteki hızlı tırmanış bize tek bir şey söylemektedir: “Halk aldığı sağlık hizmetinden memnun değildir.” Bizler de aynı şeyi söylüyoruz: “Verdiğimiz sağlık hizmetinden memnun değiliz. Bizler bir hak olan sağlığın kamu eliyle parasız, nitelikli, ulaşılabilir ve eşit olarak verilmesini istiyoruz. Oysa paran kadar sağlık denilen bu sistemle artan cinayet ve şiddetten biz sorumlu değiliz ve bedelini de ödemek istemiyoruz. Sağlıkta şiddeti önlemenin yolu; Günde 6000 başvurunun olduğu acil servislere 3 doktor bırakmak değildir. Poliklinikte bir doktora 150 hastaya bakma talimatı verip hali mecali tükenen, 151. hastaya bakamayan doktora soruşturma açmak değildir. Sağlık emekçilerini aralıksız çalıştırmak değildir. Sağlık çalışanlarını şikâyet etmek için özel hatlar açmak değildir. “Benim yapabileceğim bir şey yok, başlarının çaresine baksınlar” demek değildir. Hekime, sağlık çalışanına yönelik şiddet, bu sağlık politikasının ve onun uygulayıcılarının eseridir. Halkın ve sağlık emekçilerinin yararına olmayan bu sağlık politikalarından derhal vazgeçilmelidir. Şu anda Türkiye’nin doğru sağlık politikası için en acil ihtiyacı, hastaları birer müşteri gibi gören zihniyet değil insan olarak gören, hekim ve sağlık çalışanlarının da gittikçe robotlaştırıp mutsuzlaştıran birer makine gibi veya köle gibi gören değil, insan olduğunu kavramış bir bakış açısıdır. YASTAYIZ! Bizler yıllarca bin bir fedakârlıkla ve mesleki onurumuza yakışır bir şekilde hizmet vermeye uğraşırken bir Dünya bankası ve İMF politikası olan Sağlıktaki Dönüşümü hayata geçirenler unutmasınlar ki bizler Beyazın ve aydınlığın temsilcileriyiz. Sağlık hakkımız, can güvenliğimiz, iş güvencemiz ve insanca yaşayacak bir dünya özlemimizden asla vazgeçmeyeceğiz. Bizlerin emeğini ucuzlatmaya çalışıp, mesleğimizi itibarsızlaştırmaya çalışanların tüm uğraşıları boşa çıkacaktır. Bizler hakkımız olanı ısrarla isteyeceğiz ve mücadelemizi sağlık hizmetinin ağır ve tehlikeli iş kapsamına alınıp, yıpranma payımızla birlikte erken emeklilik hakkımızı alıncaya kadar büyüterek yükselteceğiz. Bugün tüm Türkiye de hizmet üretmeyerek sizlere hizmet vermek için çırpınan sağlık çalışanlarına saldırı ve şiddet uygulanmasını kınıyoruz. Bizleri karşı karşıya getiren bu tüccar yöneticilerden kurtulmak için hizmet vermiyoruz. Şimdi her zamankinden fazla birlikte davranma zamanıdır! O sebeple siz halkımızı da verdiğimiz bu haklı mücadelede Yanımızda olmaya çağırıyoruz. Cuma günü de Sağlık Müdürlüklerinin önünde olacağız ve tüm Türkiye tek bir yürek olarak tüm bu olumsuzlukları ve şiddeti kınayacağız. Sizleri de bir kez daha yanımızda olmaya çağırıyoruz. Sağlıkta ticaret ölüm demektir, yaşasın insanca yaşam mücadelemiz diyor saygılarımı sunuyorum. SES-TTB-SAHHAD Adına SES Bşk.Serpil Deniz

18 Nisan 2012 Çarşamba

SAĞLIKCILAR SALDIRILARA KARŞI ÜZGÜN KIZGIN VE ÖFKELİ




BASINA VE KAMUOYUNA
Dün 30 yaşında bir insan, genç bir hekim, kısa bir süre önce çıktığı ameliyatın yorgunluğunu atmaya çalışırken bir hastane odasında, göğsünden bıçaklandı:
ÖLDÜ…ÖLDÜRÜLDÜ...KATLEDİLDİ.
Kapısında kilit, yanında koruması yoktu. Çünkü korunmaya ihtiyaç duymamıştı bu güne dek. Her gün şifa dağıtmaya çalıştığı hastalarının ona zarar vereceğini düşünemezdi. Çünkü o sadece hekimdi, bir sağlık çalışanıydı.
Artık eksikliğini acıyla hissedecek olan sadece biricik eşi, doğmamış çocuğu olmayacak. Ölmeden az önce ameliyatını yaptığı hasta da yetim şimdi, dostları, arkadaşları, meslektaşları da.
Yüzlerce kilometre uzaktaki meslektaşımızın kaybını içimizde derin bir boşluk olarak hissediyoruz şimdi.
Acımız tarifsiz, kelimeler yetersiz.

Bıçaklayan 17 yaşında genç bir hasta yakını.
Tek başına bir katil!
Oysa tek başına değildi elinde koca bir bıçakla, elini kolunu sallaya sallaya girerken “devletin” hastanesine.
Azmettiricileri her gün arz-ı endam ediyor gazetelerde, televizyonlarda.
“Sağlıkta dönüşüm” diyorlar, “reform” diyorlar, “açgözlü doktorlar” diyorlar, veryansın ediyorlar.

Beş oy fazla alalım diye bedava dağıttıkları kömürler gibi atıyorlar sağlık çalışanlarının onurunu ve emeğini ayaklar altına. Şimdi timsah gözyaşı dökecekler umarsızca.
Oysa hep birlikte çektiler bıçağı ve indirdiler yüreğine sevgili meslektaşımız Dr. Ersin Arslan’ın.

Genç doktor arkadaşımız, geçen hafta ameliyat ettiği akciğer kanserli 85 yaşındaki hastanın hayatını kaybetmesi üzerine, hastanın 17 yaşındaki torunu tarafından öldürüldü.

Sayıların acımasızlığı, temel öğretisi “insan hayatına saygı” olan tıp bilimi ile yoğrulmuş 30 yaşındaki meslektaşımızın katlinin dehşetini daha da derinleştiriyor.
On yıldır bu ülkede insanlar, kendisi de hekim olan Sağlık Bakanı’ndan “hekimlerin paragöz olduğunu”, “elinin vatandaşın cebinde olduğunu” dinliyor. Sağlıkta yaşanan aksaklıkların üzerini örtmek için hekimler ve sağlık çalışanları hedef gösteriliyor.
On yıldır sağlık hizmetine dönük talep şişiriliyor, kışkırtılıyor. Hekimlerin yaşayabilecekleri kadar para kazanması için daha fazla ameliyat, daha fazla tetkik, daha fazla muayene yapması gerekiyor.
Hekimin mesleki bağımsızlığı, onuru, kimliği yok ediliyor. Artık sağlık alanında sadece rakamlar konuşuluyor.

Türk Tabipleri Birliği’nin uzun süredir hızla tırmanmakta olan sağlıkta şiddet/hekime yönelik şiddet olgusuna dikkat çekmesine; en tepeden başlayarak yetkilileri göreve çağırmasına; TBMM’de konuyla ilgili araştırma talep etmesine rağmen ne yazık ki hiçbir somut adım atılmadı.

Bizzat kendisi hekime yönelik şiddetin sebebi olan politikaların uygulayıcıları, şiddetin önüne geçemezler. Hekimlerin sesini kısmak için onları hedef gösterenler, hekimlere yönelik şiddetin önde gelen sorumlularıdır.
Manisa Tabipler Odası olarak hekimlere ve sağlık çalışanlarına yönelik saldırıların faillerini, azmettiricilerini ve seyircilerini öfkeyle kınıyoruz.

Bizler nitelikli sağlık hizmeti üretmek için elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz. Ama sanmayın ki bu şiddete, bu zulme, bu aymazlığa sessiz kalacağız.

Artık ne sessiz ne de tepkisiz kalabiliriz. 18/04/2012

Saygılarımızla
Manisa Tabipler Odası SES MANİSA ŞUBESİ

KESK SAHTE SENDİKA YASASINA KARŞI KAMU EMEKCİLERİN TALEPLERİNİ AÇIKLADI


DEĞERLİ BASIN EMEKÇİLERİ;
AKP’nin emek ve halk düşmanı yasa değişiklikleri son sürat devam ediyor. Siyasi iktidar, çocuklarımızın ve ülkemizin geleceğini yakından ilgilendiren 4+4+4 kademeli, gerici eğitim yasası ve 4688 sayılı sahte sendika yasasını başta konfederasyonumuz KESK olmak üzere toplumun değişik kesimleri ile ülke genelinde protesto eylemleriyle karşı çıktık. Buna rağmen hükümet, vahşet boyutunda faşizm uygulayarak, saldırarak ve TBMM içinde de şiddet uygulayarak bunları yasalaştırmıştır.
Aylardır bu yasanın kamu çalışanlarının lehine ve onların beklentilerini karşılayacak biçimde çıkması için mücadele ettik. Bugün de ülke genelindeki kamu çalışanlarının tek temsilcisi KESK, AKP’nin bu dayatmacı, emekçi düşmanı politikalarını ve baskıcı tutumunu protesto ediyoruz ve etmeye devam edeceğiz.
Bu yasalarla Grev hakkımızın yasal teminat altına alınmasına ilişkin hiçbir düzenleme getirilmemiştir, örgütlenme özgürlüğünün önündeki engeller korunmuştur, yasalaşmıştır. Sendikalar Heyetinde yandaş konfederasyonun desteği ile emekçiler satılmıştır. Bunun kanıtı Bülent Arınç’ ın Memur Sen ‘e yönelik açıklamalarıdır.
Hakem Kurulunda hükümetin atadıklarının çoğunlukta olması garanti altına alınarak adına “toplu sözleşme” yasası denilen bir düzenleme yapılarak kamu emekçileri aldatılmaya devam edilmiştir. Tasarının temel konulardaki yaklaşımının özgür bir toplu pazarlık düzeniyle hiçbir ilgisi olmayıp, özgürlükleri tamamen kısıtlamayı hedefleyen yasa tasarısının özüne de ruhuna da tamamen yasakçı mantık hâkimdir.
AİHM kararları, uluslararası sözleşmeler ve Anayasa yok sayılarak “Toplu Sözleşmede imza yetkisi tek başına yandaş sendikanın başkanına verilmiştir”. Meclis’ten geçirilen tasarının toplu sözleşme düzeninin dünyanın hiçbir yerinde örneği yoktur. Tamamı çalışanların aleyhinedir. Üçlü Danışma Kurullarında ve Meclis Komisyonlarında yapılan tartışmalarda defalarca evrensel standartlara uygun bir yasal düzenleme yapılması gerektiğini ifade etmemize rağmen hükümet kendi siyasi ihtiyaçlarına uygun biçimde yandaş konfederasyonu koruyup-geliştirmeyi hedefleyip işbirlikçi sendikaların desteği ile kamu emekçileri satılmıştır.
Devletin yurttaşlarına karşı anayasal sorumlulukları olan; eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi olması gereken devletin çalışanına vermesi gereken temel haklar gasp edilmiştir
Gerçek enflasyon rakamlarını yüzde ellilere vardığı halde çarpıtarak maaşlarımıza %3 – %4 gibi sefalet artışı yapma niyetindedir. Cumhuriyet tarihinde ilk defa 5 aydır kamu emekçilerine zamsız maaş dayatanlar aileleriyle beraber on milyon insan yoksulluğa ve sefalete terk etmiştir. AKP Hükümetinin gerçek yüzü, emekçi düşmanı politikaları açığa vurmuştur.
Ama yılmadık; zamlara, yoksulluğa, sefalete, insan onuruna yakışmayan yaşam koşullarına karşı KESK olarak mücadeleye devam edeceğiz; AKP hükümeti ve yandaş sendikaların tutumunu teşhir etmeye devam edeceğiz. Bunu kamuoyu ile paylaşmak için taleplerimizi içeren imza kampanyası düzenledik. Taleplerimiz demokratik ve evrensel normları içeren taleplerdir.


2012 YILI TOPLU SÖZLEŞME HEYETİNE

1-Çalışma yaşamını ilgilendiren bütün konuların görüşüleceği, her sendikanın kendi üyeleri adına toplu sözleşme imzalayacağı ve anayasal hakkımız olan grevi teminat altına alan düzenleme istiyorum.
2- 2012 yılı için en düşük kamu emekçisi maaşının 2.145 TL’ye yükseltilmesini, bu çerçevede tüm kamu emekçilerinin maaşlarına %30 zam yapılmasını istiyorum.
3-Kamuda sözleşmeli, taşeron v.b. farklı statülerdeki güvencesiz çalışmaya ( 4-C / 4-B 50-D vb.) çalışanların iş güvencesine kavuşturulmasını istiyorum.
4- Her ne ad altında olursa olsun aldığım tüm ek ödemelerin emekli aylığıma yansıtılmasını istiyorum.
5- Maaşımın vergi dilimi artışından etkilenmemesini istiyorum.
6-Ek ödemeleri düzenleyen 666 Sayılı KHK ile yaratılan ücret adaletsizliği ve mağduriyetlerin giderilerek gerçekten eşit işe eşit ücretin ödenmesini istiyorum.
7-Kadın kamu emekçilerine; başta görevde yükselme ve unvan değişikliklerinde olmak üzere çalışma yaşamında uygulanan negatif ayrımcılığa, baskı ve şiddete son verilmesini istiyorum.
8- İdarenin sendikalar ve üyeleri üzerinde çeşitli yöntemlerle uyguladığı baskıların son bulmasını, özgür örgütlenme ortamının sağlanmasını istiyorum.
9-Kamu hizmetlerinin piyasalaşması ve ticarileştirilmesine son verilmesini istiyorum.
Sendikaların, asgari bu talepleri içermeyen herhangi bir toplu sözleşmeyi adıma imzalamasını istemiyorum.



ALİ GÖK
KESK MANİSA PLATFORMU DÖNEM SÖZCÜSÜ

KESK MANİSA ŞUBELER PLATFORMU ADINA

6 Nisan 2012 Cuma

DARBECİLERDEN HESABI EMEKCİLER SORACAK


DARBECİLERDEN HESABI
EMEKÇİLER SORACAK!
Bundan 32 yıl önce, tank sesleriyle uyandırılmamızla başlayan süreç Türkiye‘yi siyasal, sosyal, hukuksal ve bilimsel alanlarda büyük tahribata uğrattı. Hukuk, adalet, bilim, emek ve çalışma hayatı yok edildi. Emekçilerin kazanılmış bütün hakları zorla ellerinden alındı. Halkımız yıllarca unutamayacakları büyük acılar yaşadı büyük acılar yaşadı.
Bugün insan hakları ihlallerinden, Kürt sorunundaki çözümsüzlüğe, sendikal hak ihlallerinden, adalet duygusunun rencide edilmesine, basın yayın araçlarındaki sansürden, üniversitelerin baskı altında tutulmasına, şovenizmin yaygınlaşmasından militarizm övgüsüne… ve neoliberal yıkım politikalarına kadar hayatımızı karartan bütün uygulamaların kökeninde 12 Eylül‘de çizilen toplumu yeniden biçimlendirme projesi var. Bu projenin sonuçları kendisini bugün her alanda yozlaşma, çürüme, çözümsüzlük olarak gösteriyor.
32 yıldır yaşadığımız bugünkü Türkiye tablosu için, 12 Eylül‘de öncelikle kısmi hak ve özgürlüklerin bulunduğu 61 Anayasası ortadan kaldırıldı, sendikalar kapatıldı, emekçilerin örgütleri dağıtıldı, toplu sözleşme ve grev hakkı yasaklanarak azgın sömürü politikaları uygulanmaya başlandı. Halkın büyük çoğunluğu işkenceden geçirildi, tutuklandı devrimciler, sosyalistler, yurtseverler, demokratlar, aydınlar için işkence masaları ve idam sehpaları kuruldu. İnsanlıktan çıkmış caniler Mamak, Metris ve Diyarbakır başta olmak üzere tüm cezaevlerinde insanlık onurunu yok eden ve kişisizlikleştirmeyi dayatan aşağılık işkenceler yaptılar.
Çünkü 12 Eylül askeri darbesi ABD emperyalizminin Ortadoğu çıkarları doğrultusunda gündeme getirildi!
12 Eylül, ekonomik krizin yükünün emekçi halkın üzerine yıkılması için gündeme getirildi; mevcut sömürü düzeninin onarılmasını hedefledi!
12 Eylül Askeri Faşist Cuntası özgür düşünceyi yok ederek, otoriteye bağımlı bir toplumsal yapı yerleştirdi!
Darbeyle birlikte ülkenin ilerici-demokrat-devrimci potansiyeli bastırılırken, bunun yerine ABD patentli Türk-İslam sentezi bir devlet ideolojisi haline getirildi. Darbenin ekonomik programını uygulayan kişi ise darbenin gizli kurmaylarından MESS Eski Başkanı Turgut Özal‘dı. Turgut Özal, 24 Ocak Kararları olarak bilinen ekonomi programını uygulayarak, piyasacılığın temellerini attı. Özal ile birlikte, kapitalist küreselleşmeye eklemlenme doğrultusundaki adımlarla ilk özelleştirmeler hayata geçirilmeye başlandı.
12 Eylül Darbesi ile Türkiye‘de ABD emperyalizmine bağımlılık içerisinde yeni bir sömürü düzeninin kurulmasına ilk adım atıldı.
Bugün, 12 Eylül‘e ilişkin yapılan tartışmalarda neredeyse kimse bundan söz etmiyor. Darbenin bütün kurumlarına ve yasal düzenlemelerine dayanarak ve 12 Eylül‘ün “Türk/İslam Sentezci” gerici-faşist akımları güçlendirerek yaratılan toplumsal iklimin sonucu olarak iktidar olan AKP, bugün darbeyle hesaplaşma iddiaları ile ortaya çıkmaktadır. Darbenin ürünü olanların darbeden hesap sorması elbette beklenemez.
Bugün AKP, sözde darbelerle hesaplaşma adı altında kendi hegemonyasını güçlendirmeye çalışmakta, aynı zamanda kendisinin de tarihi olan gerici-faşist sağ akımların tarihsel sorumluluklarının üzerini örterek tarihi çarpıtmaya çalışmaktadır. 12 Eylül Cuntası, 1 Mayıs 1977 katliamı, Kahramanmaraş katliamı, Sivas olayları, Çorum olayları, Uğur Mumcu cinayeti, Musa Anter‘in öldürülmesi, Kemal Türkler‘in katledilmesi ve benzer nitelikteki yüzlerce karanlık olay tarihin bilinmezleri içinde tutulmaya çalışılmaktadır.
Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya ile ilgili oluşturulan iddianame tam da bu bakış açısıyla yazılmıştır. İddianame ile devrimciler bir kez daha sanık sandalyesine oturtulmakta, 12 Eylül zihniyeti aklanmaktadır. O dönemdeki kontr-gerilla ve sivil faşistlerin saldırıları ile gerçekleşen bütün saldırı ve katliamlar için adeta halkın can güvenliği için direnenler sorumlu tutulmaktadır.
Oysa 12 Eylül Darbesi‘nin arkasındaki ABD rolü ve sermayenin yönelimi tartışılmadan darbeyi anlamak da onunla hesaplaşmak da mümkün değildir.
Darbelerle hesaplaşmak, emperyalizmle olan bağımlılıkla hesaplaşmaktır!
Darbelerle hesaplaşmak, emekçilerin haklarına yönelik saldırılarla hesaplaşmaktır!
Darbelerle hesaplaşmak, halkların kültür ve kimliklerini yok sayan tekçi, ırkçı, şoven anlayışla hesaplaşmaktır!
Darbelerle hesaplaşmak, zorunlu din dersleriyle, toplumun gericiliğin kuşatması altına alınmasıyla hesaplaşmaktır!
Darbelerle hesaplaşmak, işsizlikle, güvencesiz çalışma ve sendikal haklara saldırılarla hesaplaşmaktır!
Darbelerle hesaplaşmak, onun ürünü olan AKP iktidarı ile hesaplaşmaktır!
Darbelerle hesaplaşmak, bugünkü kapitalist sömürü ve baskı düzeni ile hesaplaşmaktır!
Dün, 12 Eylül‘ün kapattığı emekçilerin güvencesi olan sendikalar bugün AKP tarafından yasalarla ‘fiilen kapatılmaya‘ çalışılmakta; her gün yapılan operasyonlarla tıpkı 12 Eylül‘deki gibi Türkiye bir açık hava hapishanesine dönüştürülmekte; 12 Eylül‘de kitaplar yakılırken bugün basılmamış kitaplar suç sayılırken darbelerle hesaplaşmaktan söz etmek büyük bir kandırmacıdır.
BU OYUNU BİZ EMEKÇİLER BOZACAĞIZ!
Eşit, özgür, kardeşçe ve bağımsız bir Türkiye kurma mücadelesinde sömürü düzeni ile hesaplaşarak darbelerle ve darbecilerle de gerçek bir hesaplaşmayı emekçiler mutlaka yapacaktır.
Biz Sağlık ve Sosyal Hizmet emekçileri 12 Eylül‘ün toplumsal düzeniyle ve bu düzenin bugünkü sürdürücüleri ile mücadeleye kararlılıkla devam edeceğiz.
YAŞASIN SES
YAŞASIN KESK
SES MANİSA ŞUBE YÖNETİM KURULU ADINA
SERPİL DENİZ (ŞUBE BAŞKANI)

06.04.2012 TÜM SAĞLIK EMEKCİLERİNE AÇIK MEKTUBUMUZ

AÇIK MEKTUP
Sendikamız SES hem işkolumuz da hem de ülkemizde yaşanan hak kayıpları ve haksızlığa boyun eğmeyerek gerçek bir sendikanın yapması gerektiği gibi iş güvencesi, gelecek güvencesi, insanca yaşayacak ücret, demokratik bir çalışma ortamı, mesleki bağımsızlık, eşit nitelikli ücretsiz sağlık hakkımız için zorlu bir mücadele yürütüyor. Başta sağlık olmak üzere eğitim ve sosyal güvenlik hizmetleri hızla piyansallaştırılırken bizler çocuklarımızın yarınları adına da seyirci kalmadık, ÇOK SES TEK YÜREK OLDUK 19–20 Nisan 2011 grevimizle sağlığı paralı hale getirenleri bir kez daha uyardık. Tüccar zihniyetini REDDETTİK.
Bizler gerçek anlamda sendika hizmeti yürütürken karşımıza ya AKP hükümetinin kendisi ya da iktidardan aldığı güçle üyelerimizi ve tüm çalışanları baskılayan yandaş sendikalar çıktı. Sendikamızın kuruluş yıllarında ve sonrasında “memurun sendikası mı olur” propagandası yapanlar sendikal örgütlenmeyi, grev ve toplu sözleşme hakkını reddedenler bugün farklılaşmış görünseler de, her siyasi iktidarda yelkenlerini şişirmekten geri durmamaktadırlar. Bu sendikalar uluslar arası hiçbir sendika tarafından üyeliğe kabul edilmemişler ve Ülkemizde de sendikal haklılığımızın önüne engeller koyarak takoz olmakta ve gücümüzü bölmektedirler.
Hükümetlerden bağımsız, gücünü haklılığından ve üyelerinden alan SES ise sağlık hakkı ve iş güvencemiz için inadına grev deyip, alanları 21 Aralık 2011 da da doldurdu. Bizler haklarımız budanmasın, hastaneler ticarethane haline dönüştürülmesin, çalışanlar sözleşmeli köle olmasın diye uğraşırken sağlık ta yıkım programının en ateşli uygulayıcısı olan Memur –Sen yöneticileri sözleşmeli memur olsun, performans iyi, çalışan çalışmayan belli olsun, KHK ye hemen itiraz etmeyin bir çıksın, uygulansın bakalım diyerek çalışanlara ihanet ederek yandaşlıkta sınır tanımamaktadır.
Sağlık alanının talanına seyirci kalan, iş güvencemizin elimizden alınmasına ortak olan bu sendikalar sıra emeğine, onuruna, geleceğine sahip çıkan sendikamız SES i karalamaya gelince doğrusu hizmette sınır tanımıyorlar. Haklarımız yok eden tüm bu yasalar gece yarılarında çıkartılırken üyelerinin karşısına çıkma cesareti gösteremeyenler, basına sevinçli demeçler vererek “Bakın Biz Greve Çıkmadık” en çok üyeye sahip STÖ(Sivil Toplum örgütü)Sesiz toplum örgütü biziz demekten de geri kalmıyorlar.
Bizler artık biliyoruz sağlıkta reform diye yutturulan masal bitti, sahneye konulan oyun aynı oyun. Yaratılmak istenilen korku imparatorluğu ile bizlere gözdağı vererek, sendikamızı karalayarak suskun ve biat eden bir toplum yaratmak istiyorsunuz.
Yağma yok SES var! onları bu rüyasından uyandıran yürüttüğü etkin mücadele ile toplumun vicdanı ve yüz akı olan sendikamız SES ve konfederasyonumuz KESK tir. Böyle olduğu içinde hükümetlerin hedef tahtasına oturtuluyoruz hep.
Bir gece yarısı operasyonla deprem bahane edilerek milyonların sağlık hakkı ile ilgili yıkım yasalarını çıkaranlar sıra emekçilerin ücretlerin düzenleyen yasalara, toplu sözleşme ve grev hakkı ile ilgili düzenlemelere gelince referandum da ki verdiği sözü unutup Türkiye tarihinde ilk kez kamu emekçilerini yeni yılda zamsız maaşlara mahkûm ettiler. Kendilerini kıyak emeklilik yasasıyla güvenceye alan seçilmişler, sendikamızı etkisiz hale getirmek için sahte sendika yasaları hazırlayarak emekçileri biat etmeye zorlayarak örgütsüz ve geleceksiz bırakmayı planlıyorlar. Demokrasi oyunu oynayan hükümete yetki peşinde koşan sendikalar da destek vererek mevcut grevsiz toplu sözleşmesiz yasadan daha geri bir yasaya çıkarmaya çalışarak sizleri açıkça oyalamakta, kamuoyunu da aldatmaktadırlar.
Bizler KESK olarak 2 milyon kamu emekçisinin SES’i olarak ‘haklarımız yasalardan önce gelir’ diyerek yürüttüğümüz onurlu mücadelemizi, hiçbir siyasi iktidara yaslanmadan üyelerinin gücüne dayanarak her türlü baskı ve yıldırmaya karşı devam ettireceğiz.
Bizler şimdi durduğumuz bu tarihi kavşakta binlerce yıllık mücadelelerle kazanılan 8 saatlik çalışma hakkımızdan tutunda bizlerden zorla alınmak istenen tüm kazanımlarımız adına tek bir sağlık çalışanını dışarıda bırakmayacak bir etkin mücadele yürütmeliyiz. Örmeye çalıştığımız bu birleşik mücadele hattında 4-b, 4-c taşeron farkı gözetmeden cesaretle herkese sağlık ve güvenli gelecek diyebilmeliyiz. Yoksulluğu ve güvencesiz çalışmayı bize kader gibi sunanlara bizleri az paralara esnek kuralsız ve angarya çalıştırmak isteyenlere korkmadan susmadan, yılmadan emeğimize ekmeğimize sahip çıkacağız diyeceğiz.
Sustukça, korktukça, yandaş ve etkisiz sendikalara üye oldukça geleceğimizin kararacağı açık. Dünya bankası ve İMF projesi olan bu uygulamaları kabul eden ülkelerin emekçilerinin durumundan biliyoruz. O sebeple iş yerlerimizde tekrar ekip ruhunu canlandırarak, dayanışma ruhuyla başta iş güvencemiz ve ücret güvencemiz olmak üzere tüm haklarımız için mücadelemizi ısrarla büyütüp genişletmek zorundayız. Genel sağlık sigortasıyla sağlık hizmetini almak için 12 kalem ödeme yapmak zorunda kalan, sömürülen halkımızı da yanımıza alarak ücretsiz, nitelikli, kaliteli ve ulaşılabilir sağlık hakkımız için iş yerlerimizde mücadele etmeliyiz. Zaman kaybetmeden iş yerlerinde birlikte kararları alabileceğimiz, geleceğimizle ilgili yasaları tartışıp kararlaştırdığımız ‘sağlık hakkı meclislerini’ kurmalıyız. Yanımıza toplumun tüm kesimlerini alarak geniş ve etkin bir sağlık hakkı mücadelesi örmeliyiz.
Bizler bizden önceki mücadele mirasına sahip çıkarak iş güvencemiz, sağlık hakkımız, gelecek güvencemize ve çocuklarımıza onurlu ve yaşanılası bir gelecek bırakmak için azim, cesaret ve inançla mücadele etmeye devam edeceğiz. Koca bir çınar gibi köklerini bu haklı ve tüm toplumu kucaklayan taleplerden alan sendikamız SES ve konfederasyonumuz KESK bu mücadele tarihinin gönül evidir. Eşit, özgür ve aydınlık yarınlar için azimle cesaretle el ele mücadeleye.
Karanlığa ve sömürüye teslim olmayacağız ve Sesinizi Sesimize kattığınızda çağlayanlaşıp, tüm engelleri aşacağız.
İnadına sendika inadına SES!

3 Nisan 2012 Salı

SAHTE SENDİKA YASASI GERİ ÇEKİLSİN


“SAHTE SENDİKA” YASASI GERİ ÇEKİLSİN!
Değerli Basın Emekçileri;
AKP’nin emek ve halk düşmanı yasa değişiklikleri tam GAZ devam ediyor. Siyasi iktidar, çocuklarımızın ve ülkemizin geleceğini yakından ilgilendiren 4+4+4 kademeli eğitim düzenlemesini başta Konfederasyonumuz olmak üzere toplumun değişik kesimlerinin ülke genelindeki eylemlerine vahşet boyutunda saldırarak ve Meclis içinde de şiddet uygulayarak yasalaştırmıştır. AKP hükümeti, bugün itibariyle milyonlarca kamu emekçisini, emeklileri ve ailelerini ilgilendiren 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanununu Genel Kurula getiriyor.
Bilindiği gibi 12 Eylül 2010 Anayasa değişikliğinden sonra yapılması gereken yasal düzenleme hükümet tarafından geciktirildiği için, kamu emekçileri ve emeklileri ilk kez 2012 Ocak ayından bugüne maaşlarını zamsız almaktadır. Yaklaşık sekiz aydır üzerinde tartışma yürütülen yasa tasarısının Genel Kurula gönderilen son hali KESK’i bir kez daha haklı çıkarmıştır.
Tasarı sürecin baştan sona kandırma ve oyalamadan ibaret olduğunu belgelemektedir. Üçlü Danışma Kurullarında ve Meclis Komisyonlarında yapılan tartışmalarda defalarca evrensel standartlara uygun bir yasal düzenleme yapılması gerektiğini ifade etmemize rağmen hükümet kendi siyasi ihtiyaçlarına uygun biçimde yandaş konfederasyonunu koruyup-geliştirmeyi hedefleyen bir tasarıyı hiçbir olumlu öneriyi dikkate almadan Genel Kurula getirdi.
Değerli Basın Emekçileri;
Tasarı ile toplu görüşmeden bile daha geri bir düzenleme getirilmek istenmektedir. İşkollarına özgü sorunlar üzerinden örgütlenerek üyelerinin hak ve çıkarlarını korumak gibi öncelikli bir görevi olan sendikaların toplu sözleşme hakkı göstermelik düzeyde tutulmaktadır. Yine binlerce belediyede onbinlerce kamu çalışanının yararlandığı toplu sözleşmeler konulan birçok yasaklayıcı hükümle ve “Sosyal Denge Sözleşmesi” adıyla yapılamaz hale getirilmeye çalışılmaktadır. Grev hakkımızın yasal teminat altına alınmasına ilişkin hiçbir düzenleme getirilmemekte, örgütlenme özgürlüğünün önündeki engeller korunmakta, Sendikalar Heyetinde yandaş konfederasyonun, Hakem Kurulunda hükümetin atadıklarının çoğunlukta olması garanti altına alınarak adına “toplu sözleşme” yasası denilen bir düzenleme yapılarak kamu emekçileri kandırılmaya çalışılmaktadır. Tasarının temel konulardaki yaklaşımının özgür bir toplu pazarlık düzeniyle hiçbir ilgisi olmayıp, özgürlükleri tamamen kısıtlamayı hedefleyen yasa tasarısının özüne de ruhuna da tamamen yasakçı mantık hâkimdir. AİHM kararları, uluslararası sözleşmeler ve Anayasa yok sayılarak “Toplu Sözleşmede imza yetkisi tek başına yandaş sendikanın başkanına verilmiştir”. Meclis’ten geçirilmeye çalışılan bu tasarıyla getirilmeye çalışılan toplu sözleşme düzeninin dünyanın hiçbir yerinde örneği yoktur.
Değerli Basın Emekçileri;
KESK olarak bu tasarının asgari standartlarının;
• Grev hakkımızın yasal teminat alındığı özgür bir Toplu Sözleşme düzeni,
• Örgütlenme özgürlüğü önündeki tüm engellerin kaldırılması,
• Her sendikanın kendi üyeleri adına toplu sözleşme yapabilmesi,
• Belediyelerde yıllardır yapılan Toplu Sözleşmelerin güvence altına alınması,
• Çalışma yaşamının demokratikleştirilmesine uygun olmasını istiyoruz,
Değerli Basın Emekçileri,
Aylardır bu yasanın kamu çalışanlarının beklentilerini karşılayacak biçimde çıkması için mücadele ediyoruz. Bugün de ülke genelindeki tüm meydanlarda kamu çalışanları oturma eylemleri yaparak AKP’nin bu dayatmacı ve baskıcı tutumunu protesto ediyor. Buradan AKP hükümetini bir kez daha uyarıyoruz:
Meclis çoğunluğunuza güvenerek “sahte sendika” yasasını çıkarmaya yönelik bu dayatmadan vazgeçin. Bu tasarının kamu çalışanlarının beklentilerine uygun biçimde çıkması için tasarıyı geri çekin. Evrensel standartlara uygun yeni yasayı hep birlikte yapalım.
YAŞASIN ÖRGÜTLÜ MÜCADELEMİZ!
YAŞASIN KESK!


Ali GÖK
KESK DÖNEM SÖZCÜSÜ