16 Ağustos 2012 Perşembe

EBELERE HEMŞİRELİK YETKİSİ

02.11.2011 tarihli ve 28103 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan “Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede”, 12.07.2012 tarihli ve 28351 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan “6354 Sayılı, Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ile 6283 Sayılı Hemşirelik Kanununa geçici 3’üncü madde eklenmiştir.
12.07.2012 tarihli ve 28351 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 6354 sayılı kanunun 23’üncü maddesiyle, 6283 sayılı kanuna eklenen geçici 3’üncü madde “Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla, ebelik diplomasına sahip olduğu halde en az üç yıldan beri yataklı tedavi kurumları ile ağız ve diş sağlığı merkezlerinde fiilen hemşirelik görevi yaptığını resmi belge ile belgelendiren ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay içerisinde talepte bulunanlar,hemşirelik yetkisiyle görevlerine devam eder.” şeklinde düzenlenmiştir.
Buna göre, durumu anılan madde hükmüne uygun (kamu, üniversite, vakıf, özel vb. kurumlarda çalışanlar dahil) olan ebelerin, hemşirelik yetkisi taleplerini; aşağıda belirtilen esaslar çerçevesinde istenen belgeler ile birlikte bir dilekçe ekinde görev yaptıkları kurum aracılığı ile son başvuru tarihi olan 12.10.2012 tarihine kadar İl Sağlık Müdürlüklerine ulaştırmış olmaları gerekmektedir.
A)    HEMŞİRELİK YETKİSİ BAŞVURULARININ ALINMASI VE DEĞERLENDİRİLMESİ;
1)      12.07.2012 tarihi itibarıyla ebelik diplomasına sahip olduğu halde en az üç yıldan beri yataklı tedavi kurumları ile ağız ve diş sağlığı merkezlerinde fiilen hemşirelik görevi yapmak,
2)      Kanunun yayımı tarihinden itibaren (12.07.2012) geriye dönük üç yıl içerisinde,  istifa etme, müstafi sayılma v.b. gibi fiili hizmeti aksatacak durumların bulunmaması,

3)      En geç 12.10.2012 tarihi mesai bitimine kadar başvurusunu ilgili İl Sağlık Müdürlüğüne ulaştırmış olması.
B)     İSTENECEK BELGELER:
1-      Dilekçe
2-      Ebelik diplomasının tasdikli sureti
3-      Fiilen hemşire olarak görev yaptığı tarihleri belirtir belge
Belirtilen belgeler ile birlikte İl Sağlık Müdürlüklerine yapılan başvurular ilgili İl Sağlık Müdürlüğü tarafından son başvuru tarihine (12.10.2012) kadar alınacak ve 01.08.2012 tarihli ve 17428 sayılı Makam Oluru gereği İl Sağlık Müdürlüklerince değerlendirildikten sonra başvuruları uygun görülenlere ait başvuru dosyası ve sonuç raporları başvuru tarihinin sona ermesini müteakip bir liste ekinde üst yazı ile Bakanlığımıza (Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü) gönderilecektir.
Bakanlığımıza ulaşacak olan başvurular nihai değerlendirme yapılarak başvuruları anılan madde hükmüne uygun olduğu anlaşılan ebelere hemşirelik yetkisi verilecektir. 

İrtibat :
Bakanlığı
Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Tescil ve Denklik İşlemleri Daire Başkanlığı   Tel: 031258515 20
      0 312 585 15 92

HÜSEYİN AYGÜN DERHAL, KOŞULSUZ SERBEST BIRAKILMALIDIR

                                        MANİSA—14/08/2012
      Cumhuriyet Halk Partisi Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün'ün PKK tarafından kaçırılıp alıkonulması, Kürt sorununda sürdürülen çözümsüzlük politikalarının geldiği nokta açısından önemlidir. Hüseyin Aygün'e, ailesine ve Cumhuriyet Halk Partisi’ne geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz. 
       Halkın oyları ile seçilmiş bir milletvekilinin yaşamının tehlikeye düşmesi bizi kaygılandırmaktadır. KESK olarak, Hüseyin Aygün’ün derhal serbest bırakılmasını istiyoruz. Sivillere yönelik saldırı eylemleri hiç bir koşulda kabul edilemez. Milletvekili Hüseyin Aygün'ün kaçırılıp alıkonulması eylemini kınıyor ve derhal serbest bırakılmasını istiyoruz.             
      Eylem bu yönüyle şiddetin egemen olduğu günümüz kaos ortamını daha da tırmandıracak tehlikeli gelişmeleri içinde barındırmaktadır. Sivil siyasete ve siyasetçilere yönelik olarak gerçekleştirilen her türlü baskı, şiddet, kaçırma, alıkoyma gibi eylemler asla tasvip etmiyoruz. İnsan yaşamı ve özgürlükleri üzerinden siyaset yapılamaz, çatışma alanı üretilemez. İnsan bir meta olarak kullanılamaz ve bir pazarlık aracı yapılamaz.
      PKK tarafından ister siyasetçi, ister sivil, ister kamu çalışanı olsun insanların kaçırılmasını büyük bir insan hakları ihlali olarak görüyor, protesto ediyoruz. İnsanı kaçırmak/alıkoymak, kaçırılanların aileleri başta olmak üzere tüm topluma ölüm korkusu, karamsarlık yaşatmaktan başka bir şey değildir.
      AKP hükümeti, Kürt halkının demokratik taleplerine karşı baskıcı ve anti demokratik uygulamalarından artık vazgeçmelidir. Askeri ve siyasi operasyonlarla giderek çözümsüzlüğe ittiği Kürt sorununda barış zeminlerini güçlendirecek demokratik adımları hızla atmalıdır.
       Daha fazla canlar yanmadan artık bu sorunun çözümündeki görev ve sorumlulukları yerine getirmeli, Kürt sorununun demokratik ve siyasi zeminde çözümü mümkündür ve bunu zora sokacak eylemlerden kaçınılmalıdır.
       Hüseyin Aygün’ün hayatını tehlikeye atacak girişimlerden derhal vazgeçmelidir. Çözüm ve çözüm yolu ancak şiddetsiz, baskısız, sivil siyaset kanalları açık tutularak mümkündür. PKK halen elinde tuttuğu Hüseyin Aygün ve diğer  insanları koşulsuz serbest bırakmalı, kaçırma ve alıkoymalara bir an önce son vermelidir.
                                                                                  
                                                                                            REMZİ ŞİRİN                                                                                                                                                                                                      
                                                            EĞİTİM SEN ŞUBE BAŞKANI                                                                                             
                   MANİSA KESK ŞUBELER PLATFORMU YÜRÜTMESİ ADINA                                  

7 Ağustos 2012 Salı

KESK’Lİ TUTUKLULARDAN TÜRKİYE VE DÜNYA SENDİKAL HAREKETİNE MESAJ



TÜRKİYE VE DÜNYA SENDİKAL HAREKETİNE


Ankara Sincan Yüksek Güvenlikli F1 cezaevinde bulunan sendikam SES (Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası) ve konfederasyonum KESK’e (Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu) bağlı diğer sendikaların yönetici ve üyeleri adına saygı ve selamlarımı gönderiyorum.

Emeğe, emekçilere, emek örgütlerinin yöneticilerine yani bir bütün olarak bizlere yönelik saldırılar bütün dünyada artmaktadır. Küresel çaptaki saldırı politikalarına karşı bizler de emeğin enternasyonal dayanışma perspektifi doğrultusunda hep birlikte mücadele yürütmeye çalışıyoruz.

Ülkemizde sendikamız ve konfederasyonumuzun yürütmeye çalıştığı emek ve demokrasi mücadelesini engellemeye, kriminalize etmeye yönelik uygulanan baskı, sürgün, tutuklama vb hak ihlallerine dair Türkiye sendikal hareketini ve çatı örgütümüz olan PSI/EPSU’ya düzenli bilgilendirme raporları gönderdik. Sizlerin de bildiği gibi sadece 2012 yılı içerisinde; şubat ayında konfederasyonumuzun 9 kadın yöneticisi, Mayıs ayında sendikamız üyesi ve komisyonlarda çalışan 13 sağlık öğrencisi tutuklandı. Son olarak 25 Haziran 2012 günü KESK’e bağlı sendikalardan benim de içerisinde bulunduğumuz 53 yönetici ve üye gözaltına alındı. Bunlardan 28’i çıkarıldığı mahkemede 28-29 Haziran tarihinde tutuklanarak cezaevine konulduk. Bugün itibarı ile KESK’e bağlı sendikaların üye ve yöneticileri ve de sendikamızın öğrenci ve üyeleri ile beraber sendikal faaliyetlerden dolayı 81 kişi cezaevinde tutuluyor. Üyelerimiz hakkında açılan binlerce adli ve idari soruşturmayı söylemeye bile gerek yok.

Son yıllarda ülkemizde eğitim ve sağlık başta olmak üzere kamu hizmetleri gittikçe piyasalaştırılmakta, güvencesiz ve esnek, kuralsız çalıştırılma temel istihdam modeli haline getirilmektedir. Derelerimizden ormanlarımıza kadar doğal varlıklarımız dahi sermayeye peşkeş çekilmektedir. Etnik, kültürel ya da yada inançsal talepli örgütlenmeler, etkinlikler doğayı korumaya yönelik faaliyetlerin tamamı illegal kabul edilip, yürütme (özellikle güvenlik) ve yargı kıskacına alınmaktadır.

Toplumun tüm muhalif kesimlerine uygulanan baskı politikalarından sendikalar olarak bizler de nasibimizi fazlasıyla alıyoruz.

Demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla yerleşmediği, düşünce, ifade, örgütlenme ve toplantı özgürlüğünün olmadığı bizim gibi ülkelerde emek ve demokrasi mücadelesinin bir arada yürütülmesi emek örgütlerinin temel görevlerindendir. Sendikalarımızın 22 yıldır yürüttüğü emek, demokrasi, temel hak ve özgürlükler mücadelesi bu temeldedir. Ayrıca bu mücadeleyi toplumun ezilenleri, ötekileştirilenleri ve muhalifleri ile birlikte yürütmeye özen gösteriyoruz. Sendikalarımızda ülkemizde yaşanan tüm etnik köken ve inançtan insanlar kendini özgürce ifade etmekte ve kol kola mücadele yürütmektedir. Tüm Türkiye’de yaygın örgütlülüğe sahip ve bu şekilde özgürlükçü ortamın olduğu yegane örgüt konfederasyonumuzdur.           

Bizlere yönelik bu operasyonlarla sendikalarımız susturulmak, mücadelemiz zayıflatılmak, üyelerimiz ve emekçiler de zihin bulanıklığı yaratarak bizleri kriminalize ermeye çalışıyorlar. Bu operasyonlarla birleşik mücadeleyi engellemek ve toplumsal muhalefeti sindirmek istiyorlar. Çünkü KESK’in bugüne kadarki mücadele pratiği göstermiştir ki; konfederasyonumuz neoliberal ve baskıcı politikalar sonucu toplumda çıkan itirazı ve rahatsızlığı emeğin birleşik mücadelesi ekseninde eyleme dönüştürecek, itirazı yükseltecek toplumsal muhalefetin en önemli dinamiğidir.

Emek ve demokrasi güçleri susacak ki; ülkenin dereleri, ormanları, tarihi ve kültürel mirasları, ekonomik kaynakları sermayeye peşkeş çekilebilsin. Bizleri susturacak ki, taşeron çalıştırma, mevsimlik işçilik, kiralık işçilik yaygınlaşsın. Kıdem tazminatlarına rahatlıkla el konulabilsin. Esnek, kuralsız çalışma istihdam modeli yerini sağlamlaştırıp temel model olsun. Kısacası insan aklının ve bedeninin bile pazar malı haline getirildiği, biat eden köleleştirilen yeni insan tipi ve buna uygun sistem inşa edilebilsin.

Tüm bunlara karşı insanı merkeze alan toplumcu bir sistem istemimiz bizleri hedef haline getiriyor. Emek demokrasi güçlerine, gazetecilere, akademisyenlere öğrencilere, kadınlara çevre mücadelesi verenlere kısacası toplumun tüm muhalif dinamiklerine bizde olduğu gibi operasyonlar gerçekleştiriliyor. Şafak vaktinde evlerimiz ve sendikalarımız basılıyor, evlerimizde ve çalışma ofislerimizde bulunan kitaplar, sendikal yazışmalar, afişler, bültenler, diğer yazılı materyallerimiz, bilgisayarlarımız, telefonlarımız, bize ait özel fotoğraf CD’lerimize dahi el konuluyor. Bu baskın süreçleri, gözaltına alınma görüntülerimiz bir kısım basın eliyle “Flaş… flaş… Terör örgütü üyeleri, bölücü sendikacılar gözaltına alındı” denilerek kamuoyuna duyuruluyor. Bizler ve avukatlarımız dosyadaki gizlilik kararı nedeniyle gözaltına alınma nedenimizi ancak Emniyet ve Savcılıkta öğrenebiliyoruz. Diğer yandan basının bir kesimi ise daha aramalar yapılırken bize yönelik ithamları manşetlerden duyuruyor.

Bu tür siyasi operasyonların tamamı özel yetkili mahkemeler (ÖYM) tarafından Terörle Mücadele Kanunu’na (TMK) dayandırılarak yapılıyor. ÖYM’lerin kararlarının ve uzun tutukluluk sürelerinin kamuoyunda yarattığı rahatsızlık, gelişen toplumsal mücadele, yine bu mahkemelerin hükümete de zarar vermeye başlama olasılığı nedeniyle tutuklanmamızdan 4 gün sonra bu mahkemeler TBMM tarafından kaldırıldı. Her ne kadar yerine kurulan mahkemelerin eskisinden bir farkı yoksa da 3. yargı paketi olarak adlandırılan yasal değişikliklerde birkaç olumlu madde bulunuyor. Bunlar;
a-     Kesin delil olmadan tutuklama verilememesi
b-     Tahliye taleplerinin reddi halinde gerekçelerin net ve somut yazılması
c-      Uzun tutukluluk sürelerinin önüne geçilmesi için suçlamalarda süre sınırının kaldırılması,
d-     Adli kontrol yöntemlerinin öncelikle kullanılması,
3. yargı paketinin TBMM’de görüşüldüğü bir dönemde apar topar gözaltına alınıp tutuklanmamız manidardır. Buradaki amaç yeni yasa çıkmadan cezalandırılmak istenmemizdir. Avukatlarımız yeni yasa kapsamında gerekli itirazları yaptılar. Fakat başvurularımız eskiden olduğu gibi gerekçe gösterilmeden reddedildi. Şubat 2012’den beri tutuklu bulunan kadın yöneticilerimizin iddianamesi hazırlanmış, duruşma tarihi 4 Ekim 2012 olarak belirlenmiş olmasına rağmen yeni yasa kapsamında arkadaşlarımızla ilgili yapılan tahliye başvuruları “deliller toplanamadığı” gerekçesiyle red edilmiştir. Bundan da anlaşılacağı gibi zihniyet değişmeden yapılan yasal değişiklikler bir işe yaramıyor.

Elbette ki buna karşı hukuksal mücadelemiz devam edecektir.  Bu mektup sizlere ulaşıncaya kadar avukatlarımız AİHM’e başvurmuş olacak. Fakat diğer tutuklu üyelerimizden biliyoruz ki iddianamelerin hazırlanması ve ilk mahkemeye çıkarılma 1 yılı aşıyor. Böylelikle bizler ailelerimizden, çocuklarımızda, işyerlerimizden ve sendikal mücadelemizden uzun süre koparılmış oluyoruz.

Aşağıda sizlere aktaracağım Emniyet ve Savcılık sorgusunda bize sorulan sorular incelendiğinde ithamların düşünce, ifade, örgütlenme ve toplantı özgürlüğü kapsamındaki faaliyetlerimize yönelik olduğu görülecektir. Hepimize benzer sorular soruldu. SES Genel Sekreteri olarak bana sorulan soruları ve bana yönelik ithamları Türkiye ve Dünya sendikal hareketinin dikkatine sunmak istiyorum.

İlk önce Türkiye’deki Kürt sorununun çözümsüzlüğüne bağlı olarak oluşan oluşumların tarihsel süreci kopyala – yapıştır yöntemiyle uzun uzun anlatılıyor. Daha sonraki bahsi geçen oluşumların emeğe yaklaşımı ve sendikalara ilişkin değerlendirmeleri yazılarak sendikalarımızda oluşturduğumuz demokratik mekanizmaları (meclisler, kurullar vb) sanki bu örgütlerin, oluşumların talimatları kurdurmuş gibi “siz bu örgüte üye misiniz” diye başlıyor. Bahsi geçen oluşum Türkiye kamuoyunda 2-3 yıldır tartışılıyor. Bizim örgütlenme modelimiz ise 22 yıldır gelişerek devam ediyor.

Ardından sorular geliyor:
-          2012 yılında İran’da öğretmenlere yönelik verilen idam cezalarını protesto etmek için İHD (İnsan Hakları Derneği)nin İran’ın Ankara Büyükelçiliği önünde gerçekleştirdiği ve bize de yaptığı davet üzerine sendikamı temsilen katıldığım basın açıklamasına “kimin talimatı ile gittiğim” soruluyor.
-          Tutuklu Aileleri Derneğinin cezaevindeki tecridi protesto etmek için düzenlediği ve benim de yine davet üzerine sendikamı temsilen gittiğim basın açıklamasına “kimin talimatı ile gittiğim” soruluyor.
-          Sendikamızın başta olmak üzere emek ve demokrasi güçlerine yönelik soruşturma ve baskıların son bulması için konfederasyonumuz KESK’in Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu, Türk Tabipleri Birliği ve Türkiye Mimarlar ve Mühendisler Odası’nın ortak organize ettiği eylemlere –sanki başka yerden talimat almışız gibi-  “kimin talimatı ile katıldınız, size kim talimat verdi?” şeklinde sorular soruldu.
-          Konfederasyonumuzun 3 Aralık 2011’de benzer kapsamda düzenlediği miting, sağlık örgütlerinin de katılımı ile gerçekleştirilen 21 Aralık 2011 tarihindeki grev, maaş zamlarını protesto amaçlı Başbakanlık önünde gerçekleştirdiğimiz bordro yakma eylemi, grev ve toplu sözleşme hakkı tanımayan yasaya ve tıkanan toplu iş sözleşmesi görüşmelerini protesto amaçlı 23 Mayıs 2012 grevi, eğitim sisteminde yapılan değişikliği protesto amaçlı etkinliklere “kimin talimatı ile katıldığım” soruldu

Bunlar da yetmezmiş gibi 1 yıl boyunca telefonlarımız dinlenmiş, sendikalarımıza görüntü ve dinleme cihazları konulmuş, toplantılarımız ve görüşmelerimiz suç unsuru olarak gösterilmek amacı ile yasa dışı bir şekilde kayıt altına alınmıştır. Bu kayıtlardan elde edilen sözde delillere dayanarak bizim gibi sendika yöneticilerine sorulan sorulara bakarsak olayın ne kadar traji komik olduğu görülecektir. Bunlar;
-          Siirt, Şanlıurfa, İstanbul, Diyarbakır, Batman, Ağrı gibi illerde şube başkanı ve yöneticilerimize, genel merkez yöneticilerimizle, KESK’le yaptığım sendikal eylem ve etkinliklere, sorunlara, ihtiyaçlara ilişkin konuşmalarım suçmuş gibi gösteriliyor. “Bu kişiler kim? Ne demek istiyordun? Talimat mı veriyordun?” gibi anlamsız sorularla dosya kabarık hale getiriliyor. Sendikanın iç işleyişinden birinci dereceden sorumlu olan kişi genel sekreterdir. Dolayısıyla bana sorulan bu soruların amacını açıklamama bile gerek yok. Konuşmalarım sendikal çerçevede olduğundan buradaki suçlamanın amacının ne olduğunu bulmak, anlamak zor değil.

Düşünce ifade, örgütlenme ve toplanma özgürlüğü evrensel bir haktır. Bu kapsamdaki faaliyetlerimizin “terör” kapsamında itham edilmesi esasen bu kavramlara yönelik bir saldırıdır. Amaç bu kavramların içinin boşaltılması ve bahsi geçen hakların kullanılmasının engellenmesidir. Bu gününe kadar eline silah almamış, toplumsal barış ve emeğin hakları için tüm toplumun gözleri önünde faaliyetlerini aleni bir şekilde yürüten bizler silahlı terör örgütü üyesi olarak yargılanıyoruz.

1990’lı yıllardan itibaren başladığımız sendikal hak ve özgürlükler mücadelemizde özellikle de ilk yıllarda büyük bedeller ödedik. Sürgünler, soruşturmalar, baskıları işten atmalar ve faili meçhullere rağmen mücadelemizde bir gerileme olmadı. Son yıllardaki baskılar, kuruluş yıllarımızı aşan bir niteliktedir. Buna rağmen mücadelemiz daha programı ve kararlı yürüyor.

Çeşitli dönemlerde yaşadığımız baskılara karşı emeğin birleşik mücadelesi ve göstermiş olduğunuz enternasyonal dayanışmada sizlerin ve dünyadaki birçok emek örgütünün desteğini gördük. Bu kapsamda sizlerin şahsında bizlere destek veren, dayanışma duygularını ileten tüm emek örgütlerine ve ilgili kişilere mücadele arkadaşlarım adına teşekkür ediyorum.

Son olarak içerisinde bulunduğumuz haksız ve hukuksuz duruma ilişkin bizlerle göstereceğiniz her türlü dayanışmanın bizleri daha güçlü kılacağını ve emek mücadelesini zafere ulaştıracağını ifade etmek istiyorum.

Cezaevinde bulunan tüm arkadaşlarım adına selam ve saygılarımı iletiyorum.



   28.07.2012
Sincan F1 Cezaevi
C-4 Koğuşu Oda:77

Mehmet Sıddık AKIN
SES Genel Sekreteri       




1 Ağustos 2012 Çarşamba

MANİSA EMEK VE DEMOKRASİ PLATFORMU BİLEŞENLERİ MALATYADAKİ SALDIRILARA KARŞI TEPKİ GÖSTERDİLER

MANİSA EMEK VE DEMOKRASİ PLATFORMU BİLEŞENLERİ MALATYA’DA YAŞANILAN LİNÇ GİRİŞİMİNİ PROTESTO BASIN AÇIKLAMASIDIR
            28/07/2012 günü Malatya'nın Doğanşehir İlçesine bağlı Sürgü Beldesinde yaşayan bir Kürt -Alevi ailenin evi, gece saatlerinde yaşanan “davul çalma tartışması sonucu taşlanmış, ahırı yakılmak istenmiştir. Köye nereden geldiği belli olmayan 50–60 kişilik bir faşist güruh ise, Tekbir ve sloganlarla köyde geniş bir provokasyona başlamış, Alevi aileye linç girişimine dönen olaylara dönüşmüştür. Sudan bahane ve provokasyonlarla, “Sürgü Alevilere mezar olacak” naralarıyla Alevilere saldırmaya hazır gerici zihniyetin taze ve tetikte olduğu Sürgü’de bir kez daha görülmüştür. Dini ayrımcılığa dayalı linç girişimi manidardır.
Ülkemizde en temel sorunların çözümünde demokratik yollar yerine şiddet ve sindirme yöntemlerinin kullanılmasında ısrar edilmesi, farklı kimlik, mezhep ve kültürlere karşı tahammülsüzlüğü beraberinde bu sonuçları ortaya çıkarmıştır. Son yıllarda özellikle Başbakan ve bakanların konuşmalarında kendisini gösteren kin ve nefret dili, toplumda ırkçı-şoven söylemlerin etkisinde kalan güruhların linç girişimlerini gündeme getirmektedir.
            TBMM “Cemevi olmaz, camiye gelin” ve Yargıtay “camiden başka ibadet yeri yok, Aleviler camiye gelin”, mahallenin davulcusu da, mahallenin dindar ve kindar nesliyle Ramazan orucu tutmaya zorluyor. Alevilerin dini inançlarına saygı göstermek yerine, inançsal farklılıklarında ötürü baskı uygulamak, bizce 21. Yüzyılda ilkelliktir.
Türkiye’de geçmişte halkları birbirine düşürerek katliamlara zemin hazırlayan derin güçler, ayrımcı, ırkçı-gerici politikalarını sürdürerek halkların barış içinde bir arada yaşamasını engellemek için bugün de ellerinden geleni yapmaya devam etmektedir.
            Yaşanan bu olaylar, yine benzer nefret söylemlerinin provokasyona dönüşmesi ile farklı din, kültür, kimlik ve inançlardaki yurttaşlarımızın bir arada yaşam umutlarını hedef almıştır.
Geçmişte de, Çorum, Maraş, Malatya ve Sivas’ta acıyla yaşadığımız benzer bir tablo, bugün bir kez daha Malatya’da tekrarlanmaktadır. Bugün bizzat iktidar tarafından beslenen ırkçı-şoven atmosferin hangi boyutlara geldiğini göstermesi açısından çarpıcıdır.
Malatya’da yaşanan linç girişiminde dikkat çekici olan bir diğer nokta ise, olaylar esnasında olaya müdahale amacı ile gelen, fakat gerici grubun adeta provokasyonunun taşıyıcılığını üstlenen Jandarma Komutanı ve Belediye Başkanı’nın açıklamaları olmuştur. Saldırganlar, belirledikleri 10’a yakın ailenin beldeden gitmemesi halinde evleri yakacakları tehdidinde bulunurken, saldırganlardan hiçbirisi gözaltına bile alınmamıştır.
             Bu kişilerin Alevilere karşı yöneltilen “köyü terk edin” tehdidini destekleyen ifadeleri, farklı kimlikleri ve mezhepleri tehdit olarak görüp, halkları birbirine karşı kışkırtmak isteyenlerin provokatif söylemlerinden farklı olmamıştır. Bir arada eşit ve kardeşçe yaşamı teminat altına almakla görevli olan bu yetkililerin saldırıya uğrayanları suçlu göstererek böylesi bir söylemde bulunması derhal sorgulanmalı ve haklarında gerekli işlemler başlatılmalıdır.
Hiç kuşku yok ki, son günlerde gerek medya kanalı ile yayılan nefret söylemleri, gerekse de AKP hükümetinin Sivas katliamına yönelik zaman aşımı kararı ve Cemevlerine dönük Diyanet fetvası ile çıkartılan kapatma ve reddetme anlayışı Alevilere dönük saldırıyı cesaretlendirmiştir. Yasakçı zihniyet, tetikte bekleyen ırkçı, şoven, gerici zihniyeti harekete geçirmiştir.
12 Eylül’ün ırkçı zihniyetinin “tek kimlik, tek din, tek mezhep” anlayışının takipçisi olan AKP’nin, daha önce Adıyaman’da alevi ailelerinin evlerini işaretleyip Maraş katliamının provasına yeltenenlere sessiz kalması, bunlara cesaret vermiştir. Yaratılan bu nefret ortamının yanında, yaşanan olayların sorumlularının ve faillerinin de ortaya çıkartılmaması, tarihi acı ve kanla dolu olan bu karanlık senaryonun sürekli tekrarlanmasına da zemin yaratmaktadır.
Bizler; Manisa Emek ve Demokrasi Platformu Bileşenleri olarak Eşit, özgür ve demokratik bir ülkede kardeşçe bir arada yaşamı sağlayabilmenin yolu, ancak toplumun farklı din, dil, kimlik, kültür grupları arasında yaratılmak istenen uçurumların aşılması ile sağlanabilecektir.
Kendisi gibi olmayana tahammülsüzlüğünü arttıran ve her fırsatta Alevi karşıtı mezhepçi tutumunu ortaya koyan AKP hükümeti, ürettiği nefret siyasetinden bir an önce vazgeçmelidir. İnsanlık suçlarını zaman aşımına mahkûm eden, katliamcıları affeden bir zihniyetin, bugün Malatya’da yansımasını gördüğümüz karanlık tarihi tekerrürden ibaret kalacağı aşikârdır.
Bizler; Manisa Emek ve Demokrasi Platformu Bileşenleri olarak, Malatya’da saldırıya maruz kalan Kürt, Alevi vatandaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimizi iletirken, eşit, özgür, demokratik bir yaşamı sonuna kadar savunup mücadele edeceğimizi buradan bir kez daha yineliyoruz.
            Bunların tekrar yaşanmaması için gerekli tedbirler alınmalı, toplumun farklı kesimlerini birbirine karşı kışkırtan girişimlerden derhal vazgeçilmelidir. Bir arada yaşam temellerinin sağlanması ve yaşanan olayların sorumlu ve faillerinin derhal ortaya çıkartılmasının takipçisi olacağımızın altını çizerek, hükümeti bu konuda göreve davet ediyoruz.
            Malatya’da yaşanan saldırıyı kınıyoruz. Alevi yurttaşlarımızı yalnız bırakmayacağımızı ve sorumluların hesap vermesi sürecinin takipçisi olacağımızın bilinmesini istiyoruz. Sonuçta, Malatya’da Yaşanılan Linç Girişimi, “Kindar Nesil” Yetiştirmek İsteyenlerin Eseridir! Diyoruz… Onlar inadına savaş diyor. Bizler inadına barış diyoruz.
      
Yaşasın! Halkların kardeşliği!                              
                           REMZİ ŞİRİN
MANİSA EMEK VE DEMOKRASİ PLATFORMU
BİLEŞENLERİ ADINA