27 Kasım 2012 Salı

KAMU ÖZEL ORTAKLIĞI BEŞ YILDIZLI SOYGUN


BASINA VE KAMUOYUNA

 

Kamu Özel Ortaklığı: 5 Yıldızlı Soygun

            2003 yılından beri uygulanmakta olan Sağlıkta Dönüşüm Programı, her geçen gün uygulamaya koyulan yeni politikalarla sağlıktaki yıkımı daha da artırmaktadır.  SSK hastanelerinin devri, Aile hekimliği uygulaması, performans sistemi, kamu hastane birlikleri, üniversite hastanelerinin ticarileşmesi, derken karşımıza bir de devasa paraların konuşulduğu sağlık kampüsleri ve bunlara ait ihale süreçleri çıktı

Sağlık Bakanlığı “Kamu Özel Ortaklığı”  yöntemini bütün kamu hastanelerine yaygınlaştırılmaya çalışılıyor. Bu yöntem hastane binasının, kamu tarafından tahsis edilen arazilerde özel şirketler tarafından yapılarak devlete kiraya verilmesi, devletin de hem şirketlere kira ödemesi hem de bu tesiste verilecek “çekirdek hizmet” dışındaki otopark, otel, banka şubesi, restoran,  kafeterya, konferans ve kültür merkezi, yaşlı bakımevi, kreş, personel servisi, taksi hizmetleri, zayıflama ve diyet merkezi gibi alanları ile tıbbi destek hizmetleri, bilgi işlem, hasta danışmanlığı, sterilizasyon, çamaşırhane, temizlik, güvenlik, yemekhane, arşiv, binaların tamiri, bakımı, işletilmesi, park ve bahçe bakımı, ambulans gibi bütün hizmetlerin, yirmi beş yıldan kırk dokuz yıla kadar, bu şirketlere devredilmesidir.

Beş Hastane: 22.5 Milyar TL Borç

Sağlık Bakanlığı Türkiye’yi 29 sağlık bölgesine ayırdı. Aralarında Türkiye Halk Sağlığı Kurumu ve Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu idari binalarının da bulunduğu, toplam 45 proje için Kamu Özel Ortaklığı ihale süreci devam ediyor. Bugüne kadar Kayseri, Ankara-Etlik, Ankara-Bilkent, Manisa, Konya-Karatay, Yozgat, Elazığ, İstanbul-İkitelli ve Mersin kampüslerinin ihalesi yapıldı.

Yapılan ihaleler ile şirketlere ödenecek kira bedellerinin ne olduğu resmi olarak açıklanmamıştır. Kayseri 137.73 Milyon, Ankara-Etlik 319 Milyon, Ankara-Bilkent 289 Milyon, Manisa 64.25 Milyon, Konya-Karatay 88.79 Milyon TL yıllık kira belirlendiği basın yoluyla öğrenilmiştir. Yozgat, Elazığ, İstanbul ve Mersin ihalelerindeki tutara ilişkin hiçbir bilgi bulunamamıştır. Kira bedeli öğrenilebilen beş ihaledeki yıllık kiralar toplamı bugünün rakamlarıyla 898 Milyon 770 Bin TL’dir. Bu rakam 25 yılda toplam 22 Milyar 469 Milyon 250 Bin TL olacaktır. Toplam 45 projenin kira bedeli ve ihale karşılığının ise yüzlerce milyar TL tutacağı tahmin edilmektedir.

Oysa Erzurum’da, 2011 yılında 1.200 yataklı devlet  hastanesinin yapılması işi 193 milyon 270 bin TL’ye ihale edildi. Aynı yıl Kamu Özel Ortaklığı yöntemi ile 1500 yataklı Kayseri Entegre Sağlık tesisi ihalesinde ise sadece bir yıllık kira bedeli 137 milyon 73 bin TL olarak belirlendi. Yani Kayseri’de özel şirkete ödenecek bir buçuk yıllık kira ile 1200 yataklı bir hastanenin yaptırılması mümkün.

Sağlık Bakanlığı’nın 2012 yılı bütçesinin 14 Milyar TL, döner sermaye bütçesinin ise 16 Milyar TL olduğu ve sadece beş hastane inşaatı için ödenecek kira miktarı değerlendirildiğinde, 45 kamu özel ortaklığı projesi için Sağlık Bakanlığı’nın bütçesi ve döner sermaye gelirlerinin toplamının yıllık kirayı ödemeye yetmeyeceği anlaşılmaktadır.

Türkiye’de yurtdışındaki  uygulanan yöntemden farklı olarak şirketlere bazı yeni avantajlar da sağlanmıştır. Sağlık Bakanlığı kamuya ait hastaneleri kapatarak yerlerini alışveriş merkezi veya otel yapmak üzere özel şirketlere devrediyor. Görüntüleme ve laboratuar hizmetlerini de ihaleyi alan firmalara veriyor.

Hastaneler sınıflara ayrılıyor.

            Yıllardır vergilerimizle kamu hizmeti olarak parasız, nitelikli,ulaşılabilir verilmesi gereken sağlık hizmetleri ve bunları yapmakla yükümlü olan sağlık bakanlığı şimdi tüm görevlerini ve sorumluluklarını bırakarak sağlığı tamamen piyasa şartlarına teslim ediyor.Tüm hastaneleri Kamu hastane birliklerinde toplayarak tüm teşkilat yasasını değiştiriyor.

            Kamu Hastane Birlikleri, A B C D E diye sınıflandırılmış hastanelerin, tıpkı özel hastanelerde olduğu gibi, katkı, katılım payı ve ilave ücretlerinin farkı nedeniyle, herkesin parasına uygun olan hastaneye başvurması demektir.

Sağlık Çalışanları Sözleşmeli İşçi, Hastalar Müşteri, Soygun 5 Yıldızlı

İhaleler yoluyla sağlık alanı tümüyle dönüştürülürken,  sağlık personelinin sözleşmeli çalışması, giderek taşeron işçisi olması öngörülüyor. Yapılacak sağlık kampüslerinin yıllık kiraları döner sermayeden ödenecek. Kiraların ödenmesi içinse biz sağlık çalışanlarının emeğinin karşılığı verilmediği gibi, hekimlerin, sağlık personelin döner sermayeden aldıkları ücretleri “azaltılacak”.İnsanca yaşayacak ücret istediğimizde bizleri döner sermaye gelirleriyle oyalayıp, emekliliğimizde açlık sınırına mahkum edenler, Kamu hastane birlikleri sayesinde şimdide tam işletmeye dönüştürerek ‘Ücretli köleliğe’ mahkum etmekte bir sakınca görmüyorlar.Bununla da kalınmıyor geleceğimizi yakından ilgilendiren içi boşaltılan tıp eğitiminin de piyasalaştırılmasıyla içeriği dinamitlenmektedir.Ayrıca bu hastanelerde eğitim ve araştırma yapacak asistan hekimlerin statüsünün ne olacağı, özel şirketlere devredilen eğitim birimlerinde nasıl eğitim alabilecekleri de belirsiz.

            Üstelik Sağlık Bakanlığı müşteri memnuniyeti temeline oturttuğu sağlık hizmetlerinin tümünü “beş yıldızlı otel konforunda hastaneler” olarak tanıtımını yapıyor. Ancak SGK “5  yıldızlı  otel  konforunu” değil pansiyon odasının  ücretini ödüyor. Aradaki fark ise vatandaşın cebinden alınacak.  Üstelik Kamu özel ortaklığında hastanelerin morg, gasilhane, tıbbi destek hizmetlerinin de özel şirketler tarafından verilmesi kararlaştırılıyor. Özel şirketlerin doğrudan verdiği bu hizmetlerin parasının nasıl ve kim tarafından ödeneceği de belirsiz. Bu durumda vatandaşların “devlet hastanesi” diye başvurdukları sağlık tesisinden taburcu olurken çıkarılan faturalar sayesinde yeniden hastaneye yatmaları söz konusu olabilecektir.

Sağlık Bakanlığı’na Çağrımızdır: Bütün İhaleleri Durdurun

            Danıştay 13. Dairesi’nin verdiği kararlar ışığında, tespit edilen hukuka ve Anayasa’ya aykırılıklar nedeniyle yapılmış ve yapılması düşünülen bütün ihalelerin durdurulması gerekir.

            KÖO modelinin geniş toplum kesimlerine geri dönüşümsüz vereceği zararlar göz önüne alındığında toplum sağlığında derin yaralar açan bu projeden  AKP hükümeti  bir an önce vaz geçmelidir. Kanada’da ve İskoçya’da olduğu gibi Sağlık Bakanlığı’nın da Kamu Özel Ortaklığı adı altındaki bu yanlış yoldan bir an önce dönmesi için bizler Sağlık ve Sosyal Hizmet emekçileri sendikası olarak sonuna kadar mücadele edeceğiz. . Ülkemiz, İngiltere gibi zararı fark etmek için 20 yıl beklemek zorunda değildir. Hele hele  işsizliğin ve yoksulluğun her gün biraz daha  tırmandığı ülkemizde oldukça iştah kabartan sağlık alanının piyasalaştırılıp, satılmasıyla şirketleri zengin etmek için ayıracak kaynağımız hiç yoktur.

            Ömrünü insan sağlığına adayan biz sağlık emekçileri halkımızın sağlığı ve ülkemizin aydınlık yarınları adına da bu soyguna dur diyeceğiz ve sağlık hakkımız için sorumluluğumuzu gerçekleştireceğiz.Kamunun tasfiye edilip, ülkenin tüm değerlerinin peşkeş çekilip, satışa çıkarılmasına izin vermeyeceğiz.

            Halkımızı da yanımıza olarak hastanelerimize sahip çıkacağımızı, ,iş güvenceli bir şekilde parasız, nitelikli, ulaşılabilir sağlığın kamu eliyle verilmesinin mümkün olduğunu biliyoruz. Hükümete sesleniyoruz. Burası ne fabrika, ne darphane.Burası hastane’ diyoruz.

                 SES Manisa Şubesi Yönetimi adına
              Erdal Sağınmaz(Örgütlenme Sekreteri) 

 

28.11.2012 ÇARŞAMBA GÜNÜ YÖNETİM KURULU GÜNDEMİ


28.11.2012 Çarşamba günü Yapılacak Olan Yönetim Kurulu

GÜNDEMİ

3 Kasım 2012 tarihi itibarıyla Kamu Hastane Birlikleri Sözleşmeli Yöneticileri atanarak, uygulama fiilen başlatılmıştır. İstihdam ve işleyişte de değişiklikler yaşanmaya başlamıştır. Hastanelerde çalışanların görev yeri değişiklikleri, değişik işler-yerler ve il içi ve il dışı görevlendirmeler, hiyerarşik ilişkilerde değişiklikler, görevden alma vb. ile hasta ve hasta yakınlarına yönelik olarak da işletme-müşteri ilişkisi yönünde değişik uygulamalar başta olmak üzere işleyişte farklılıklar olduğu sendikamıza aktarılan bilgilerde anlaşılmaktadır.Bizlerde Manisa SES yönetimi olarak Genel Merkezle eş güdümlü olarak çalışmalar yaparak, süreci yönetme ve yönlendirme amacıyla bazı programlar önümüze koymaya çalışıyoruz.Bu konuda katkı ve fikirlerinizi bekliyoruz.

1.    Şube ve Temsilciliklerimizin, İllerine atanan CEO (Birlik Genel Sekreteri) başta olmak üzere, sözleşmeli yöneticilerin tümü ile ilgili olarak; meslekleri, daha önce görev yaptıkları yer ve alan, siyasi ve sendikal ilişkileriyle ilgili bilgilerin bir hafta içinde Genel Merkeze bildirilmesi için ivedilikle bir çalışma yapılması ve bilgilerin Şubemize gönderilmesi,

2.    KHB uygulama süreciyle birlikte başlatılan istihdam değişiklikleri, görev ve görev yeri değişiklikleri ile hastanelerdeki işleyiş farklılıkları hakkında bilgilerin aynı süre içinde bildirilmesi ve bilgilendirmenin her değişiklikte sürdürülmesi,

3.    Gerek CEO’ların değiştirdiği işleyiş ve gerekse uygulanan istihdam değişiklikleri üzerinden bilgilendirmenin yapılması ile, oluşturulan duyarlılık ve öfkenin  KHB’lerine karşı mücadeleye dönüştürülmesi için Başta Sağlık Hakkı Meclisi olmak üzere ortak yürüttüğümüz mücadelede aktif olarak çalışılamsıve   bu süreçte hastanelerin önünde  basın açıklamaları, çadır-stand kurulması vb. eylemliliklerin örgütlenmesi, 

4.     Sağlık alanındaki emek ve meslek örgütleriyle birlikte bu uygulamaya karşı verilecek mücadele bağlamında hazırlanarak Genel Merkezden gönderilen ortak bildirinin dağıtılması, bunun üzerinden bir duyarlılık oluşturularak mücadele örgütlenmesi,

5.    Daha önce başlatılan ve performansı reddeden, emekliliğe yansıyacak ücret talep eden çalışmanın, KHB’leri mücadelesiyle birleştirilerek sürdürülmesi, bunun için hazırlanan bildiri ve kitapçığın bilgilendirme ile birlikte dağıtılması, bu bağlamda hazırlanacak “Performans Çöpe, Emekliliğe Yansıyacak Sağlık Hizmet Tazminatı İstiyoruz” konulu imza metni çalışmasının başlatılması, hastane önlerinde imza ve bilgilendirme standları açılması, 26 Kasım- 14 Aralık 2012 tarihleri arasında toplanacak imzaların illerde eylemlerle açıklama yapılarak 15 Aralık 2012 tarihinde Genel Merkeze gönderilmesi,

6.    KHB uygulamasının her kademesinde çıkacak yeni uygulamada, uygulamanın özelliğine göre işyerinde tepki örgütlenmesi,

7.    KHB uygulaması sürecinde tüm örgütün seferberlik düzeyinde çalışmanın içinde olması, gerekirse şube ve temsilcilikler bünyesi içinde, olabiliyorsa işyerlerinde “KHB İzleme Komisyonları” kurularak sürecin izlenmesi-örgütlenmesi,

Tüm işyerlerinde KHB uygulaması ile emekçilerin baskı altında olduğunun farkında olduğumuzu ve sahipsiz bırakılmadığı, SES’in emekçilerin sesi olmayı sürdürdüğünü ve bu sahiplenmenin gösterildiği bir faaliyet içinde olunması verilecek olan mücadelenin sonuç alıcı olması açısından önemlidir. Bu mücadelenin etkin bir biçimde yürütülmesi açısından katkılarınızı bekliyoruz..

 

26 Kasım 2012 Pazartesi

KADROLU GÜVENCELİ ÇALIŞMA, EMEKLİLİĞE YANSIYAN SAĞLIK HİZMET TAZMİNATI İSTİYORUZ!



                                                              Değerli basın emekçileri;


Sağlık alanındaki yıkım her geçen derinleşerek büyüyor. Kamu Hastane Birlikleri ve 10 bin 300 yeni yöneticilerle sağlıktaki tahribat ve özelleştirme çabaları ile sağlık paranın hükümranlığına teslim edilme yarışında. Uygulanan performans sistemi ile yarı işletmeye dönüştürülen hastaneler, şimdilerde Anayasa Mahkemesi sonucunu bile beklemeden alala acele yeni sözleşmeli yöneticilerle tam işletmeye dönüştürülüyor. Böylece bu uygulamayla yok edilen sağlık hakkımızın üzerine birde iş güvencesiz, sözleşmeli, esnek çalıştırma bütün bu yıkım üzerine tuz biber ekmiştir.
Sağlık emekçileri, her gün daha yoğun çalışıp, daha fazla hasta bakıyor olmasına rağmen bir türlü emeğinin karşılığını alamıyor. Emekçilere bin bir yalan ile dayattıkları performans sistemi ile eskiden alınan ek ücretler bile alınamamaktadır. Üstelik bu sistemde iş barışı bozulduğu gibi, tıp fakültelerinde eğitimden bilimsel araştırmalara değin her alanda ciddi sorunlar ortaya çıkmıştır.
Sağlık emekçileri her ay artık ne kadar kayıplarının olduğuna bakıyor. Neredeyse hiç kimse dağıtılan ek ödemelerin üstüne çıkamıyor, yâda cüzi oranlarda kalıyor. Yani performans alamıyor. Sağlık emekçileri performans sistemi sonrasında yoğun çalışmaktan; eve, ailesine kendisine vakit ayıramaz hale gelmiştir. Yıllık izinlerini almaktan bile korkar hale gelmişlerdir.
Yine bu sistemin uygulanmasıyla çalışanlar arasında mesleki hastalıklar arttığı gibi dayanışma zedelendi Rekabet artarak dayanışma bozuldu. Üstelik performans ödemeleri emekliliğe yansımadığı için sağlık emekçilerini açlık sınırında bir emeklilik bekliyor.
Değerli basın emekçileri, bizler hükümetin basını yanlış yönlendirmeleriyle fahiş ücretler alarak çalışmıyoruz. Ağır ve tehlikeli iş kapsamına alınması gereken sağlık hizmetlerinde yıllardır binbir türlü fedakârlıkla, hastalık riski altında sözleşmeli, taşeron, 4-A, 4-B gibi farklı istihdamda, farklı ücretlerle çalışmaya zorlanıyoruz.
Toplu sözleşme komedisiyle verilen yüzde 4+4 zamları vergi dilimine takılarak sağlık emekçilerinin eline geçmemektedir. Üstüne doğal gaz, elektrik, benzin vb. zincirleme zamlarla durum giderek kötüleşmektedir.
Oysa sağlık ekip hizmetidir. Sağlık hizmeti bütün ekibin ortak emeği sonrası gerçekleşir. O yüzden ekibin içerisine performans kriterleri yerleştirmek sağlık hizmetini olumsuz etkiler.
ZAMAN; MEVCUT PERFORMANS YÖNETMELİKLERİNE
DAVA AÇIP, BEKLEME ZAMANI DEĞİL!
Neredeyse altı ayda bir değişen yönetmeliklere göre dağıtılan performansa dayalı döner sermaye davaları mahkemelere yığıldı. Kazanılan dava bir sonraki yönetmelikle boşa düşürülüyor. Yıllardır davalar açılıyor ama sağlık emekçilerinin ücretleri hep geriye gidiyor. Artık Yeter! İş barışını-sağlığımızı bozan, hastayı puana dönüştüren performansın kölesi olmak istemiyoruz.
ARTIK PERFORMANSIN ŞU VEYA BU YÜZDESİNİN DEĞİŞMESİNİ DEĞİL TOPTAN ÇÖPE ATILMASINI İSTİYORUZ.
PERFORMANS YERİNE EMEKLİLİĞE YANSIYAN SAĞLIK HİZMET TAZMİNATI İSTİYORUZ
Dışarıdan hizmet alımına, taşeron çalıştırmaya son verilmesini istiyoruz,
Ek göstergelerimizin mevcudun iki katına çıkarılmasını istiyoruz
Özel  hizmet tazminatlarımızın 3 kat arttırılmasını istiyoruz,
Mevcut nöbet katsayılarının 8 kat arttırılmasını istiyoruz
Sağlık emekçilerinin en düşük aylığının 4 kişilik aile için belirlenen “yoksulluk sınırının’’ üzerine çıkarılmasını istiyoruz,
Bunun için; sağlık ortamının piyasalaştırılmasına, esnek, güvencesiz, düşük ücretle çalışmaya, performans ücretlendirmesine HAYIR diyoruz!
Biz SES olarak emekçilere güvenmeyen onları her gün çeşitli yalanlarla bölmeye çalışan türlü bahanelerle eylem kırıcılığı yapan yapılara rağmen ısrarla mücadelemize devam edeceğiz. Emekçilerin bölünmesine müsaade etmeyeceğiz
Bu sistem kaldırılana emeğimizin karşılığı verilinceye kadar mücadelemizi ısrarla sürdüreceğiz. Bu amaçla tüm sağlık emekçilerini gerçek sendikaya Yani SES’ e davet ediyoruz.

SES MANİSA ŞUBE YÖNETİMİ ADINA

Serpil DENİZ Şube BAŞKANI

Formun Üstü

Formun Altı

 

22 Kasım 2012 Perşembe

HER ŞEYİN BAŞI AĞIZ SAĞLIĞI


BASINA VE KAMUOYUNA

Bilimsel ağız ve diş sağlığı eğitiminin 22 Kasım 1908 tarihinde başlaması nedeniyle bu tarih;  her yıl 22 Kasım`ı da içine alan hafta “Toplum Ağız Diş Sağlığı Haftası” adı altında kutlanmaktadır,

Ülkemizde ağız ve diş sağlığı en önemli halk sağlığı sorunları içinde yer almasına rağmen; gelir getirici bir kurum olarak değerlendirilmiş ve kamu hastaneler birliğine dahil edilmiştir.Bu alanda ciddi ve köklü çözümlere gidilmemiş sağlıkta dönüşüm programına kurban verilmiştir.

 Hastaların sadece insan oldukları için hak ettikleri nitelikli sağlık   hizmetine ulaşmasının yolu ise genelde  sağlık çalışanlarının, özelde ağız diş sağlığı çalışanlarının çalışma koşullarının insani olmasından geçmektedir

Sağlıkta dönüşüm programı; pratikte hastaları sağlık çalışanlarına karşı kışkırtan,hekim ve çalışanlar üzerinde bürokratik denetim ve disiplin aracına dönüştüren bir uygulama olmuştur.

Ağız ve diş sağlığı çalışanlarına , güvenli ve sağlıklı çalışma koşullarının sağlanması, mesleki özerkliğin güvence altına alınması, emekliliğe yansıyacak adil bir ücret ödenmesi, yeterli tıp ve uzmanlık eğitimi ile sürekli mesleki gelişim olanaklarının verilmesi, nitelikli sağlık hizmetinin zorunlu unsurlarıdır.

2002 yılından itibaren yapılan düzenlemelerin, sağlık hizmeti sunumunda sağlık çalışanlarının, işverenlerin, idari ve siyasi otoritenin etkilerine daha açık hale gelmelerine zemin hazırladığı çok açıktır.

Hekim ve sağlık çalışanlarının, düşük ücretlerle uzun saatler çalıştırılmalarına yönelik sistemli düzenleme değişiklikleri,,ekip çalışmasını ve  güven duygusunu parçalamıştır.

Sağlık Uygulama Tebliğleri ve ücretlendirme yöntemleri ağız ve diş sağlığı çalışanlarının, klinik karar verme özgürlüğünü ciddi bir biçimde zedelemekte ve etik sorunlara yol açmaktadır. Bu durum hastalara verilen sağlık hizmetinin niteliğinin olumsuz etkilenmesini ve yer yer sağlık hak ihlallerinin yaşanmasını kaçınılmaz hale getirmiştir.

Sağlık hizmeti sırasında ortaya çıkan zararların karşılanmasında kabul edilen bireye  odaklı özel sigortacılık yöntemi nedeniyle hekimlerin tıbbi hataların bilinir olmasının  ve hata nedenlerinin ortadan kaldırılmasına yönelik çalışmaların önüne geçilmekte,  çekinik tıp uygulamaları sonucu sağlık harcamalarının artışına  açıkça zemin hazırlanmaktadır. Böylece hastaların sağlık ve yaşam hakkına yönelik olumsuz bir sağlık hizmet modeli oluşturulmuştur.

Sağlık hizmetlerinin ticarileştirilmesi sonucu sağlık hizmet sunumu ilişkisinde hastaların tüketiciye dönüştürülmesi süreci aynı zamanda hekimlere ve diğer sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin artışında önemli bir etken olarak değerlendirilmelidir

Hekim ve sağlık çalışanlarına, güvenli ve sağlıklı çalışma koşullarının sağlanması, mesleki özerkliğin güvence altına alınması, emekliliğe yansıyacak adil bir ücret ödenmesi, yeterli tıp ve uzmanlık eğitimi ile sürekli mesleki gelişim olanaklarının verilmesi, nitelikli sağlık hizmetinin zorunlu unsurlarıdır. Bu unsurları içermeyen düzenlemeler ağız ve diş sağlığı çalışanları ve hastalar zaman zaman birbirlerine de zarar veren mağdurlara dönüştürmektedir

Bir tür hizmet başı ödeme modeli olan performansa dayalı ücretlendirme, hasta sayısının artması sayesinde hekimlerin gelirlerine pozitif bir katkı sunmuş olsa da,  tercih edilen bu politika hekimlerin daha yoğun çalışma ve tükenmesini de beraberinde getirmiştir.

 Ağız ve diş sağlığı çalışanlarının yoğun çalışma şartlarında izin alamamasına, tükenmişlik sendromu ve meslek hastalıklarına yakalanma risklerini  her gün artırmaktadır. Sağlık alanın her biriminde artan şiddet olayları ağız ve diş çalışanlarının da en önemli sorunları arasındadır.

ŞİDDET;ADSM YOĞUN HASTA POTANSİYELİ  HASTA HAKLARI KURULLARI SAĞLIK SİSTEMİNİN AKSAKLIKLARI  PERFORMANS SİSTEMİ  TÜKENMİŞLİK SENDROMU  SİYASİLERİN SÖYLEMLERİ  MEDYA MALPRAKTİS  TAMGÜN  VE

Siyasetçilerin ve medyanın kamuoyunda  hekim ve sağlık çalışanlarına  karşı kışkırtıcı söylemleri, yayınları, hekim ve sağlık çalışanlarını,halka hedef olarak göstermek, halkın gözünde hekim ve sağlık çalışanlarını gözden düşürmesi, şiddete neden olmaktadır.

İngilterede görev yapan hekimlerin çoğu, sağlık çalışanlarına yönelen şiddet eylemleri konusunda siyasi otoritenin “sıfır tolerans” gösterdiğini ifade etmektedirler

Oysa Türkiye’de hekimler, İngiltere’deki hekimlerin aksine, ülke yöneticilerinin ve siyasilerin izledikleri politikaların toplumda şiddeti körüklediğini düşünmekte ve daha önemlisi bu alanda bir otorite ve hukuk boşluğunun olduğuna inanmaktadırlar.

Sağlık hizmetlerinin ticarileştirilmesi sonucu sağlık hizmet sunumu ilişkisinde hastaların tüketiciye dönüştürülmesi süreci aynı zamanda hekimlere ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin artışında önemli bir etkendir.

Öte yandan “performans” sisteminin kışkırtmasıyla gereksiz yere artan hasta ve iş yükünün en önemli sonucu sağlık çalışanlarında yaşanan “tükenme” dir. Halsizlik, yorgunluk, güçsüzlük, takatsizlik, özgüven ve coşkunun azalması/yitimi ile karakterize “duygusal tükenme”; hizmet sunduğu kişilere karşı olumsuz davranışlarla karakterize “duyarsızlaşma” ve iş gereği karşılaşılan insanlarla ilişkilerdeki yetersizlik duygusunda artış ile karakterize “bireysel becerilerde azalma” tükenmişliğin yapısını oluşturmaktadır.

Halen sürdürülen sağlık sistemi Hekimler / sağlık çalışanlarını tükenmeye sürüklemektedir. Bu tükenişin nedeni sadece iş yükünün fazlalığı ve çalışılan mekanın sorunları’nın yanı sıra; Aksine, esnekleşen ve uzayan çalışma koşullarının ve işin anlamının “hasta yararı” ve “iyilik” olmaktan çıkıp “para kazanmak” olarak dönüşmesi de tükenmeye neden olmaktadır.

ACİL ÇÖZÜM BEKLEYEN SORUNLARIMIZ.

Sağlık hizmetleri ekip anlayışı ile yürütülmelidir.

Tüm çalışanlar tek statüde ve iş güvenceli çalıştırılmalı, ücret ve döner sermaye adaletsizliğine son verilmelidir.

İdari kadrolara atanmada liyakate uygunluk aranmalıdır.

Personel eksikliği kadrolu personel alımıyla giderilmeli,  çalışma ortamları iyileştirilmeli.

Temel ücretler yükseltilmeli,(ek ödemeler emekliliğe yansıtılmalıdır.)

ADSM ler özellikli birimler statüsüne alınarak döner sermayede riskli birimler oranlarından yararlandırılmalıdır.

Hizmet verilen tüm birimlerin fiziki koşulları uygun hale getirilmelidir.  Özellikle diş protez laboratuarındaki düzenlemeler acilen yapılmalıdır.

Koruyucu diş hekimliği hizmetleri için ayrı birimler oluşturulmalıdır

Kullanılan sarf malzemelerin alımında tabip ve teknisyenlerin görüşü alınmalıdır. Ucuz değil kaliteli malzeme alınması sağlanmalıdır.

İş sağlığı ve iş güvenliğine özel önem verilmeli, meslek hastalıkları tanımlanmalıdır.

Çalışan başına düşen hasta yükü azaltılmalı, çalışma saatleri çalışan hakları ve mutluluğu dikkate alınarak düzenlenmeli, çalışma ortamını bozan fiziki mekan sorunları giderilmeli, tüm çalışanlara kurumsal destekler (kreş, servis, yemek, dinlenme, eğlenme, sosyo-kültürel gelişim, vs) ücretsiz sunulmalı ve çalışanların mesleki  etik ilkelerine ters düşmeyecek gelir/ücret politikaları hayata geçirilmelidir.

Hastanın müşteri, hekimin ve çalışanların tüccara dönüştüğü bu karanlık sağlık sistemine daha fazla kurban vermemek için hep birlikte mücadele etmeliyiz.

KURTULUŞ YOK TEK BAŞIN YA HEP BERABER YA HİÇ BİRİMİZ.

Yaşasın sesimiz

Yaşasın örgütlü mücadelemiz.

                                                            SES MANİSA YÖNETİM KURULU

 

21 Kasım 2012 Çarşamba

KADINA ŞİDDETE HAYIR DİYELİM.


                                                         BASINA VE KAMUOYUNA

Küresel sermayenin, erkek egemen bir anlayışla toplumsal hayatta ve çalışma yaşamında kadınlara amansızca saldırdığı bir dönemden geçiyoruz.

Biz kadınlar emeğimize, bedenimize ve kimliğimize yapılan bu saldırıları iliklerimize kadar hissediyoruz. Cinsel bir obje olarak görülüyor, düşük ücretlerle çalıştırılıyor, tacize-tecavüze uğruyor dövülüyor ve en kötüsü de acımasızca katlediliyoruz.

            Kadına yönelik şiddetin son beş yılda yüzde bin dört yüz gibi korkunç bir oranla arttığı ülkemizde 2011 yılında 161 kadın tecavüze uğramış ve 257 kadın katledilmiştir. Yine 2012 yılının ilk on ayında 106 kadın tecavüze uğramış ve 138 kadın katledilmiştir.

Kadına yönelik şiddet dünyada en yaygın insan hakları ihlalleri arasında yer almaktadır. Türkiye’de her gün beş kadın namus cinayetlerine kurban giderken her üç kadından biri eşi, babası, kardeşi, sevgilisi tarafından şiddete uğramaktadır. Biz sağlık emekçilerinde bu şiddeten nasibini fazlasıyla almaktadır. Sağlık hizmetinin sunumunda bir taraftan hasta ve yakınları tarafından sözlü ve fiili şiddete maruz kalıyor , bir taraftan da sağlık hizmetindeki esnek ve kuralsız çalışmanın dayattığı mobingle yüz yüzeyiz.  Kamuoyunun da yakından bildiği üzere hemen hergün bir arkadaşımız hasta tarafından  şiddete uğruyor yada hayatını kaybediyor.  Kadın emeği hizmet üretiminde daha da değersizleştirilerek yönetenlerin insafına bırakılıyor. 

Şiddet bazı kadınların yaşam hakkını elinden alırken bazılarını suçluluk duygusuna ve özgüven eksikliğine sürükleyerek sosyo-ekonomik yaşamdan uzaklaştırmaktadır. Hukukun erkek egemen bir zihniyetle işlemesi uğranılan baskı ve şiddetin cezasını da kadının üzerine yıkmaktadır. Taciz-tecavüz davalarının pek çoğu erkek lehine(suçlu) sonuçlanmıştır.  İşte toplumun her alanında izlerini gördüğümüz bu durum, erkek egemen zihniyetinin ta  kendisidir.

Biz kadınlar eşit, şiddetsiz  ve özgür bir yaşam istiyoruz. kimimiz erkek egemen zihniyetine rağmen yaşamını sürdürebilirken kimimiz ise maalesef çok zorlanıyor ve itaat etmediği,yeni bir yaşam istediği veya boşanmak istediği için katlediliyor.değerli basın emekçileri 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele günü yaklaşırken sizlerin aracılığıyla buradan tüm kadınlara seslenmek ve onları mücadeleye davet etmek istiyorum .

Ölümü göze alarak yaşamayı sürdürmek söz konusu iken hangimiz huzurlu ve güvende olabiliriz? Biz kadınlar ancak örgütlenerek ve mücadele ederek özgürleşebiliriz. Biz Sendikamız SES’ inde içinde olduğu Manisa Emekçi kadınlar platformu olarak 25 Kasım 2012 Pazar günü  Şiddete karşı yürüyoruz. Saat 13.00 de Eğitim Sen önünden başlayacak yürüyüşümüze tüm kadınlarımızı ve mücadele arkadaşlarımızı bekliyoruz.

Haydi kadına yönelik şiddete karşı hep beraber mücadele edelim.      

Yaşasın kadın mücadelesi
                                                                                               Ayça RAMAZAN

.                                                                                            Manisa SES Şube       

                                                                                           Kadın Sekreteri

 

20 Kasım 2012 Salı

YÖNETİM KURULU TOPLANTISI


21.11.2012 ÇARŞAMBA GÜNÜ YÖNETİM KURULU TOPLANTI  

                GÜNDEMİ           

 

1 -KHB sürecinin planlanması.  Merkezdeki hastanelerinin nöbet ziyaretleri ve Soma, Kırkağaç, Akhisar ilçe gezisinin planlanması

2 -Kadın komisyonu çalışmaları, 25 Kasım Pazar günü yapılacak basın açıklaması ve örgütlenme çalışması

3 - Sağlık hakkı meclis çalışmaları ve meclisleşme sürecinin değerlendirilmesi. Çalışmaların sistematik yürütülmesinin planlanması ve aylık çalışma önerileri.

4 –KESK  Aralık çalışmalarının planlanması ve dönem sözcülüğü sonrasının planlanması

5 -22 Kasım Ağız ve diş haftası sebebiyle çalışmaların planlanması ve diş hekimleri odası faaliyet davetinin değerlendirilmesi

6 -Ruh sağlığı hastalıkları hastanesi raporunun son durumunun değerlendirilmesi ve Perşembe başhekimlikteki toplantı randevusu gündeminin hazırlanması

19 Kasım 2012 Pazartesi

AKP YİNE GÖZÜNÜ İŞ GÜVENCEMİZE DİKTİ!!!


 

            Yıllardır yapılan mücadeleleri ve hakları yok sayan AKP iktidar anlayışı şimdide kamu emekçilerinin geleceğini karartacak çalışma koşulları için kolları sıvamış durumda. Kamu emekçilerinin çalışma prensiplerini belirleyen 657 sayılı yasada yeniden gündeme gelen değişiklikler, kamuda güvencesiz çalışmanın geldiği boyutları da yeniden gözler önüne seriyor. 

            AKP hükümeti, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu yerine getirmek istediği düzenleme ile kamu emekçilerinin ellerinde kalan son haklarını bile ellerinden almak istemektedir. İş, işyeri, mesai saati, ücret, çalışma sürelerin yaratmak istediği değişimlerle, kamu istihdamında kuralsızlık ve güvencesizliği kural haline getirmek istiyor.

Güvencesiz çalışma biçimi veya diğer ifadeyle kuralsız, standart-dışı ve eğreti istihdam, geçici ve düzensiz bir şekli de çalışmayı gerektirmektedir.    Güvencesiz istihdam, iş kaybı tehlikesini, sendikasızlaşmayı, koruyucu düzenlemelerden yoksun kalmayı, çalışanın kendisi ve bakmakla yükümlü oldukları kişiler için düşük geliri beraberinde getirmektedir.

Ayrıca belirsiz iş sözleşmeleri, ücretin/gelirin ve sosyal güvenliğin kalitesinin düşmesi, mevsimlik çalışma, geçici süreli- belirli süreli iş sözleşmesiyle çalışma, kendi hesabına veya birden çok işte çalışma biçimlerinin yaygınlaşması, bugün güvencesizleşme dediğimiz sürecin kendisini oluşturmaktadır.

1980 sonrası gelişen küresel kapitalistleşme süreciyle birlikte emekçilerin değil sermayenin ihtiyaçları üzerine gerekli düzenlemeler yapılmaya başlanmıştır. Bu  süreçte kamunun da sermaye mantığına göre yeniden yapılandırılması, kamuda çalışanların performans sistemi ve kalite yönetimi benzeri uygulamalara maruz bırakılması, kamu ile özel arasındaki sınırların da giderek ortadan kalkmasına neden olmuştur.

Son 30 yıldır ciddi bir dönüşüme tabi kalan çalışma yaşamını düzenleyen yasalar, çalışanların aleyhine gelişen bir süreç içinde, çalışanları koruyan yasaların önemli bir bölümünün tasfiyesi ile devam etmektedir.  Bu süreç AKP hükümeti eli ile de bugün Türkiye’de oldukça hızlı bir şekilde işletilmekte, uluslararası çalışma hukuku ve uluslar arası sözleşmeler hiçe sayılarak, kendi çıkarları çerçevesinde gelişigüzel yorumlanmaktadır. 

Çalışma yaşamı ve hizmetin sunumundan yaralanan halk için çok büyük tehlikeleri barındıran bu gelişmeler bizleri çok yakından ilgilendirmektedir. Çocuklarımızın geleceğini çok yakından ilgilendiren ve vergilerimizle verilmesi gereken kamu hizmetlerin de sonunu getiren bu düzenlemeler şöyle ki;

KAMU İSTİHDAMINDA GÜVENCESİZLEŞTİRME SÜRECİ

Güvenceli bir istihdam biçimi olan ve kadro esasına dayanan memurluğun yerine

kadrolarının bu statülere yönlendirilmesi ile, kamu personel sisteminde güvencesiz istihdam demektir.

Bugün sözleşmeli statüde çalışan personel.; 657 sayılı kanunun 4/B’ ye göre istihdam edilen sözleşmeli personel, örgüt yasalarına göre kadro karşılığı istihdam edilen sözleşmeli personel, örgüt yasalarına göre çalışan sözleşmeli personel, 4924 sayılı yasaya göre istihdam edilen sözleşmeli personel ve son olarak da 399 sayılı kanuna göre istihdam edilen KİT personeli olmak üzere beşe ayrılmaktadır.

Hem 4/B hem de 4/C olarak karşımıza çıkan bu düzenlemeler, var olan memur statüsüne göre iş güvencesinin, mali ve sosyal hakların eritildiği bir istihdam şekli ile karşımıza çıkmaktadır. Bu kadroların genele yayılıp, tercih edilen bir istihdam şekline dönüştürülmesi de yapısal kamu istihdamının genel özelliklerinde belirleyici olmaktadır.

657 sayılı Kanunda yer alan memurluk haricinde diğer istihdam biçimlerinin yaygınlaştırılmasının dışında, “hizmet satın alınması” yolu ile kamu hizmetlerinin taşeron firmalara devredilmesi de yürütülen kamu görevinin amacı ile çelişen başka bir olgudur.

            Kamusal hizmetlerin üretilmesi aşamasında, uzun süreli-kadrolu memurların üstlendikleri “devletin kamusal çıkarların ve faydaların sağlanması” görevinin temsiliyetini, taşeron firmaların ya da geçici iş sözleşmeleri ile iş güvenceleri bertaraf edilmiş işçilerin sağlayamayacağı açıktır. Bu durum hem istihdam edilen işçilerin sosyal ve ekonomik haklarının gasp edilmesine yönelik bir süreci içinde barındırmakta, hem de kamusal üretimin kamu çıkarlarının gözetilerek yapılmasını engellemektedir. Bugün AKP hükümeti işlettiği hızlı güvencesizleştirme ve özelleştirme süreçleri ile bir yandan sosyal devlet anlayışını tamamen yok etmeye kalkışmakta, bir yandan da ucuz ve güvencesiz işçiler oluşturma amacına ulaşmak için hızlı adımlar atmaktadır.

            Bugün kuşkusuz güvencesiz istihdama dair dönüşümün en yoğun hissedildiği alanlardan biri sağlık alanı olarak karşımıza çıkmaktadır.  657 sayılı Kanunun 36. Maddesinde hizmetler sınıfı bölümünde sağlık hizmetlerine KHK ile  “personel tarafından yerine getirilmesi gereken hizmetler, lüzumu halinde bedeli döner sermaye gelirlerinden ödenmek kaydıyla, bakanlıkça tespit edilecek esas ve usullere göre hizmet satın alınması yoluyla görülür” hükmü eklenmesinin ardından, kamu personeli ile yürütülen üretimlerin dışarıdan, serbest piyasa ortamında şekillenen taşeron çalışma biçimi gibi değişik sömürü alanlarının da önü açılmıştır. Bugün gerek Sağlık Bakanlığı’na gerekse de üniversitelere bağlı hastanelerde taşeron işçi çalıştırma giderek yaygınlaşmakta, iş güvencesinden yoksun, düşük ücretli ve soysal hakları oldukça kısıtlanmış sağlık emekçilerinin sayısı giderek artmaktadır.

*Sağlık çalışanlarında çalışan kadrolu personelin sayısında 1995-2010 yılları arasında yaşanan artış yaklaşık yüzde 55 iken, taşeron olarak çalıştırılan işçilerin sayısındaki artış yüzde 1400’dür!

            Sağlık Alanında 1995 yılında 233.000 kadrolu , 8.000 taşeron işçi çalışırken  2011 yılında 358.000 kadroluya karşın  120.000 taşeron işçi çalıştırılmaktadır. Sağlık Bakanlığı  2011 Mali Yılı Bütçesinin T.B.M.M. Plan ve Bütçe Komisyonun sunumunda bunu açık bir göstergesidir.  

            Kamuoyunda “taşeron işçi” olarak adlandırılan, aslen birer “modern köle” olarak konumlandırılan işçilerin sayılarının gün geçtikçe artması, toplu sözleşme hakkından yararlanamayan, hak mücadelesinde sendikalaşmalarının önü tıkanan,  örgütsüz bir işçi sınıfının da oluşturulması amacına hizmet etmektedir. Bu aynı zamanda hastanelerde hizmetin sunumunda kamusal yararın düşünülmeyip maliyet hesabı yaparak işletmenin karını düşünülmesi anlamını da taşımaktadır. Daha az ücrete daha çok çalışmak demek hizmetin nitelliğinin de bozulması demektedir. 

            Kuşkusuz bugün güvencesizleştirilen sadece işler değil, toplumsal hayatın kendisi, geleceğimizdir. Bu sebepledir ki hem kamu çalışanları hem de kamu hizmetinden yaralananlar olarak Sermayenin geliştirdiği ve haklarımızın kaybı olacak uygulamalara karşı birlikte mücadele etmeye , bugün her zamankinden daha fazla ihtiyacımız vardır..  Birleşik bir emek cephesi örülerek bu saldırıların karşısında top yekun bir mücadele ile haklarımız korunacaktır..

            Bizler SES olarak, hem halkımız geleceği hem de nitelikli, ulaşılabilir ve ücretsiz olarak,iş güvencemizin korunduğu bir kamusal alanın hayata geçmesi için mücadele ederken, bu alanda ki saldırıları geri püskürtmek için  Uluslararası hukuk, anayasal dayanaklarımızla geçmişte kazanılmış hakların korunması için hukuki mücadelemizi de sürdürmekteyiz. Bir taraftan da  işimiz, ekmeğimiz ve geleceğimizi korunmak için  fiili ve meşru mücadelemizi yükselteceğimizi kamuoyuyla palaşmak istiyoruz. 

Yaşasın Örgütlü Mücadelemiz

Yaşasın KESK                                                             

                                                                               SES MANİSA ŞUBE ADINA

                                                                              Figen PEHLİVAN ŞUBE SEKRETERİ

                                                                            

                                                                                         

 

25 KASIM KADINA YÖNELİK ŞİDDET


 

14 Kasım 2012 Çarşamba

SAĞLIĞIMIZI CEO'LARA TESLİM ETMEYECEĞİZ.


BASINA VE KAMUOYUNA

 

Sağlık hakkı elden gidiyor.

Sağlık bir insan hakkı olmaktan çıkıyor ve piyasaya açılıyor.

Bundan sonra hastaneye başvuran hastalar resmen müşteri olarak görülecektir.

Hükümet bundan tam bir yıl önce kendi seçilmiş milletvekillerinin dahi onayını almadan bir gece yarısı operasyonu ile bir dizi Kanun Hükmünde Kararname çıkardı.

Bu kanun hükmünde kararname ile halkın malı olan hastaneler tek amacı kar elde etmek olan birliklere devrolunacaktır dedi.

Bu birliklerin başına bir genel sekreter atayacağım dedi.

Bu yüksek gelirli ve yüksek yetkili genel sekreterlere, hastaneleri kar eden şirketlere dönüştürün dediler.

İşte bu genel sekreter belirlendi.

Hızla altyapısını oluşturuyor. 

Hastaneleri tıpkı otellerde olduğu gibi sınıflandıracak.

En çok kar edene A sınıfı hastane diyecek.

A sınıfı hastanelere çok parası olanlar gidecek.

Daha az kar edene sırasıyla B,C diyecekler.

Kar etmeyenler ise D ve E grubu hastaneler olacak.

Bu ne demek?

Bu paran kadar sağlık demek…

Paran çoksa iyi sağlık hizmeti alacaksın, paran yoksa sürüneceksin demek.

Bizler Sağlık Hakkı Meclisi üyeleri olarak bu gün burada hükümeti son kez uyarmak ve halkımızı bilgilendirmek için bu basın açıklamasını düzenlemiş bulunuyoruz.

Hükümete sesleniyoruz.

Sağlığı paralı hale getirmekten, hastayı müşteri olarak görmekten vazgeçin.

Sağlık en temel insan hakkıdır, doğumla başlar ve ölene kadar; ihtiyaç olduğu kadar, ihtiyaç duyulduğu anda, nitelikli ve parasız sunulması gereken bir hizmettir.

Vatandaşın sağlığıyla oynamayın.

Hastadan, acı çekenden kar elde etmeye çalışmak insanlığa sığmaz, ayıptır.

Buradan basın aracılığıyla halkımıza seslenmek istiyoruz.

Sağlık hakkınızdan vazgeçmeyin. Bu sizin en temel insani hakkınızdır.

Bunca yıl verdiğiniz vergilerle kurulmuş hastanelerimizi özel şirketlere dönüştürmelerine izin vermeyin.

Bu filmi kaçıncı izleyişimiz. Bakın Telekom, Pektim, Sümerbank, Et Balık Kurumu, TEKEL daha birçok örnek var. Hepsinde aynı senaryoyla karşımıza geldiler. Önce özel şirketlere devir sonra yandaşa, paydaşa satış…

Eğer sağlık kurumlarına yatırım yapmak gerekiyorsa bunu genel bütçeden yapabilirler. 

Zaten ağır vergilerle ve zamlarla beli bükülen yoksul halkın sağlığı da paralı hale geliyor.

Bu zulümdür, yapmayın…

Değerli halkımız sağlık hakkımızın elimizden gitmemesi için meclislerde mücadele ediyoruz.

Gelin el ele verelim ve bu talanı, vurgunu durduralım.

Hepinizi Manisa Sağlık Hakkı Meclisi adına saygıyla selamlıyoruz…14.11.2012

 

MANİSA SAĞLIK HAKKI MECLİSİ

 

2013 BÜTCESİ SOSYAL VE ADALETLİ DEĞİLDİR


                                                    


 AKP hükümetinin TBMM’ne gönderdiği 2013 bütçesi nin görüşüldüğü bu günler  biz emekçileri çok yakından ilgilendirmektedir. Sorunlu olan bu  bütçede AKP, halkın talep ve ihtiyaçlarına cevap vermekten uzak bir bütçe politikası uygulamaktadır. Bu bütçe adeta 18. yüzyıl kralları, din adamalarını ve askerlerini vergiden muaf tutan zihniyete sahiptir. 21. yüzyılda tanıklık yaptığımız ve mağduru olduğumuz bütçe politikası da 18.yüzyıl krallarının vergi ve bütçe zihniyetine benzemekte olup, AKP hükümeti tarafından topluma dayatılmaktadır.  Bütçenin ilk göze çarpan yanı  özellikle toplumu dindarlaştırma amaçlı  ve “biat” neslinin yaratılması amacıyla Diyanet İşleri Başkanlığı ve din bütçesi. Aynı zamanda demokratik-toplumsal muhalefeti bastırmak, kamuoyunu devletin şiddet aygıtları yoluyla sindirmek amacı taşıyan “savunma-güvenlik” ile “hazır ol” bütçesi bu gördüğümüz.

  AKP hükümetinin vergi ve bütçe politikalarındaki adaletsizliği ve vicdansızlığının sonucu, vergi gelirlerinin yüzde 80’ini,biz çalışandan toplarken, zenginlere vergi cenneti bir Türkiye vaat etmektedir.  Zenginlerin değişik uygulama ve yöntemlerle gelir vergisinde yüzde 80 civarında muaf olduğu bir ülkede, tüm zenginliğin yüzde 80’ini elinde bulunduran yüzde 20’lik kesim, adaletsiz ve vicdansız şekilde sadece yüzde 20 vergi ödüyor. Halk olarak bizler ise merkezi bütçenin yüzde 80’ini karşılayan ve bu bütçenin de en mağdur kesimini oluşturmaktadır.

2013 BÜTÇESİ SOSYAL VE ADALETLİ DEĞİLDİR

Adaletsizlik ve vicdansızlık sadece vergi toplamada değil, bütçenin dağılımında da kendisini göstermektedir. Sosyal ve demokratik devletlerin asli görevi, sosyal ve kamu hizmetlerini halkına eşit, ücretsiz, nitelikli ve ulaşılabilir şekilde sunmak iken, AKP hükümeti vergilerimizi kamu hizmetlerine aktarmak yerine, özel sektöre ve yandaşlarına aktarmayı hedefleyen bütçe yapmayı hedeflemiştir. Paran kadar sağlık ve paran kadar eğitim hizmeti ile doğuştan kazanılmış olan bu hakları ve hizmeti, paralı hale getirmiştir. Buna karşılık olarak da, asla bir devletin görevleri arasında sayılmayacak  “kamucu din hizmeti”, ücretsiz olarak sunularak, teokratik bir devlet eksenine oturmak bir AKP “başarısı” olarak sunulmuştur. Sağlık hizmetlerinde iyileşmenin aksine, katkı payıyla sağlık hizmeti paralı hale getirilirken, devletin vicdanına sokulacak resmi devlet dini için, devlet katkı payı olarak, Diyanetin bütçesi, bir bakanlık bütçesi kadar artırıldı. AKP yoksulların yükünü kaldırmak yerine, zenginlerin daha çok kazanmasını teşvik eden bu bütçe politikası yapmaktadır.

2013 BÜTÇESİ DİNDAR NESİL YARATMAK İSTİYOR

Emekçilerin  hak arama bilincini köreltmek, itaatkâr kılmak için devlet dini yaratılarak güçlendirilen Diyanetle AKP, din okulları ve din eğitimleri üzerinden toplumu teslim almak istiyor. Bunun için de Diyanet İşleri Başkanlığına ve Milli Eğitim Bakanlığının din eğitimi ve din eğitim kurumlarına (İlahiyat fakülteleri, imam hatipler, Kuran kursları) devasa bütçe ayırıyor. Devletin 130 bin imamlı ile dev bir bütçeye ve kadroya sahip  olan  kurumu Diyanet İşleri Başkanlığı kurumudur.  Diyanet, 2012 yılında 3 milyar 891 milyon liralık bütçeye sahipken, 2013 yılı bütçesinden kendisine 4 milyar 604 milyon lira ayrıldı. Din bütçesindeki yüzde 18.3’lük artışı, emekçilerinin maaşlarına yansıtmayan devlet, çalışanlara yüzde 4’lük zammı reva gören bir zihniyet bütçedir. Diyanet'in bütçesi sağlık, kültür, eğitim ve bilimden daha önemli görülmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı, 2013 bütçesindeki paya bakılırsa,  11 bakanlık bütçesini arkasına aldı.

MEZHEPÇİ DİN BÜTÇESİ HUKUKA AYKIRI VE AYRIMCILIKTIR

 Diyanet İşleri Başkanlığı'na 2013 yılı için ayrılan ödenek bunun kanıtıdır.  90 bin camiye ve 130 bin imamı ve din görevlisi bürokratı finanse eden bu çarpık ve ayrımcı laiklik uygulamasını bilmeyen yok. Kamuoyunun ezberlediği ve fakat demokratik kamuoyunun etkisiz kaldığı bir uygulama olarak giderek güçlenen ve laiklik karşıtı bir kambur halini koruyor.

2013 yılı Diyanet bütçesi 4 milyar 604 milyon TL’dir. Anayasanın eşitlik ilkesi gereği, nüfusun en az dörtte birini oluşturan Aleviler için Aleviler 2013 bütçesinden 1 milyar 151 milyon TL ayrılması gerekir. Bu bütçe aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarımız olan Gayri Müslimlere de nüfusları oranında bütçeden pay ayırmalıdır. Örneğin Gayri Müslim vatandaşlarımızın Lozan Antlaşması’ndan kazanılmış “bütçeden pay verilmesi” hakkı bile ihlal edilmektedir.
BÜTÇE KANUNUYLA DİN FİNANSMANI HUKUKA AYKIRIDIR

Türkiye hukuksal ilkesizlikle 21. yüzyıla yolculuk yapamaz. Anayasanın 73. maddesinde “Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, malî gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır” hükmüne yer verilmiştir. Anayasanın 73 maddesi, kendisinden üstün bir norm olan 2. Maddesindeki “İnsan Haklarına Saygılı, Laik, Demokratik, Sosyal, Hukuk Devleti” ilkesi doğrultusunda yorumlandığında; devletin kamu gideri olarak vatandaşlarından aldığı vergiyi vatandaşlarına hizmet için adaletli şekilde harcaması gerektiği, alınan vergiyi kamu gideri altında ülkedeki belli bir mezhebe (Hanefi) mensup vatandaşlara hizmet için tahsis edilmesinin ve diğer inançlara (Alevilik, Hıristiyanlık, Musevilik, Ezidilik,.) hizmet için herhangi bir şekilde vergiden bütçe tahsis edilmemesinin hukuka aykırı olduğu anlamına gelir.

Geleneksel militarist tutumu sürdüren AKP, tek kutuplu dünyanın yeni ihtiyaçlarına uygun olarak militarist ekseni güçlendirecek savunma bütçesini giderek artırmaktadır.AKP Hükümeti,Türkiye nin komşularıyla0 sorunhedefinden sıfır komşuhedefine ulaşınca , içerde dışarıda savaş ve şiddet politikalarını tırmandırarak biz emekçilerden esirgenen paralar güvenlik harcamalarını, silaha, gaza harcanmaktadır.

Bu nedenle AKP hükümeti 2013yılı bütçesinde en fazla ödeneği, 45 milyar 297 milyon olarak savunma ve güvenlik için ayırarak, aslında 2013 yılının barışçıl ortamın yaratılmasına  uzak olduğunu ve demokratik muhalefete gözdağı veren bir güvenlik bütçesinin de  işaretini vermektedir.

Savunma bütçesindeki bu rekor artışın sebebi tabii ki sadece emekçilere, öğrencilere ve toplumsal muhalefet  kesimlerine karşı kullanılan fonksiyonel demir coplar ve sağlığı zararsız organik biber gazı harcanan para değil. AKP hükümetinin  silaha ve silah kullanana  yatırım politikası ile eğitim, sağlık,bilim, kültür gibi alanlarda gelişim sağlanamaz.45 milyar civarında ki  savunma ve güvenlik bütçesiyle yapılacak kısıtlamalar yoksulluk, eğitim bölgesel adaletsizlikler doğuracağı gibi ülkemizin geleceğinin kararması sonucunu doğuracaktır.Savunma ve güvenlik endişesi duyan bir toplumsal psikolojiyle kardeşçe ve barış içinde yaşamak zor olacaktır. Bütçeden halka ve  biz emekçilere ayrılacak  adaletli her pay huzur ve refah düzeyini artırarak eğitimin niteliği ve sağlık hakkımız ve yaşam niteliğimizi yükseltecektir. 

Bizler sağlık emekçileri olarak bütçeden sağlığa ayrılacak olan 2 milyar 888 milyonu, savunmaya ayrılan 45 milyar ve diyanete ayrılan 4 milyar yanında halkın sağlığıyla alay etmek olarak kabul etmiyoruz.Bir kamu hizmeti olması gereken sağlığı bir yük olarak görüp, üzerinde ki sorumluluğu atarak, tamamen özelleştirerek paran kadar sağlığı savunarak kirletenlerin  sağlığımızla oynamasına asla izin veremeyiz.

Kamu hastane birlikleri kurularak birer işletmeye dönüştürülerek CEO ların atandığı bu günlerde savaşa,  değil emekçiye, sağlığa ve eğitime bütçe diyoruz.     13.11.2012

                                                                                              SES MANİSA ŞUBE YÖNETİMİ  .