30 Aralık 2012 Pazar

MANİSA SES YENİ YIL MESAJI


 

 

2012    ‘yi geride bıraktık ve yeni bir yıla da umutlarımızı ve hayallerimizi taşımak istiyoruz;

 

Sokak ortasında şiddete ve ölümlere maruz kalan kadınlarımızın şiddet görmemesi için,

 

Hırs ve paranın gözlerini kör ettiği sermayenin iş güvenliğini hiçe sayarak yaşanan işçi ölümlerinin olmaması ve taşeronun ortadan kalkması için;

 

Sağlık haktır düşüncesini rafa kaldıran ve sağlığı paralı hale getirerek, halkın hastane köşelerinde mağdur edenler karşı,

 

‘Hastaneler halkındır satılamaz’ sözünün arkasında durarak bu ranta dur demek için;

 

Güvenli iş güvenli gelecek diyerek alanlara çıkanları güvencesiz çalışma yöntemleriyle sindirmeye çalışanlara karşı;

 

Eğitimi de sağlık gibi paralı hale getirenlerle mücadele etmek ve çocuklarımıza güvenli bir gelecek bırakmak için;

 

Yurdun dört bir köşesinde HES’ lerle, maden aramalarla doğayı tahrip ederek doğamızı kirletenlere karşı;

 

‘Bizden olmayan bertaraf olur’ sözleriyle emek ve demokrasi mücadelesi yürüten bütün kesimleri hedef tahtasına oturtan bu zihniyete karşı;

 Sağlık Emekçileri Sendikası olarak bizler sizlerden aldığımız güçle  birleşik mücadele örerek  yeni yılda da dayanışma, sevgi ve güvenle geleceğimize umutla bakacağımıza inanıyoruz.Bu duygularımızla yeni yılınızı ODTÜ ‘nün’ Ayaktayız diyenlerin aydınlattığı umut ışığıyla kutluyoruz…. 

 

YENİ YILIN MÜCADELE YILI OLMASI DİLEĞİYLE…

                                                                                             SES MANİSA
                                                                                        YÖNETİM KURULU.

28 Aralık 2012 Cuma

ROBOSKİ KATLİAMINI UNUTMADIK UNUTTURMAYACAĞIZ.


Roboski Katliamını Unutmadık, Unutturmayacağız!

Katliamların Hesabını Kardeşliğin Ülkesini Kurarak Soracağız!

 

         Bugün 28 Aralık 2012, Roboski'de 34 vatandaşımızın savaş uçakları ile katledilişinin üzerinden tam bir yıl geçti.  Çorum, Malatya, Maraş, Sivas, Taksim 1977 1 Mayıs katliamları gibi onlarca katliamı sıradanlaştıranlar, Roboski’de tüm dünyanın gözleri önünde yaşanan katliamı unutturmak için bir yıldır elinden geleni yapmaya devam ediyor. Aradan geçen bir yıla rağmen bugüne kadar ne faillerin bulunmasına yönelik bir adım atıldı, ne de vicdanları rahatlatacak bir özür dilendi.

 

         Bununla da kalmadı, evine bir lokma ekmek götürerek hayatlarını devam ettirebilmenin derdinde olan, çoğu 13-20 yaş arasındaki gencin acımasızca katledilişi AKP ve Genel Kurmay Başkanlığı’nca “yasadışı iş yapıyorlardı” gerekçeleri ile meşrulaştırmaya çalışıldı. Kimisi okul harçlığı, kimisi düğün parası, kimisi mayına basan abisine protez bir ayak alabilmek için yıllardır aynı yolu kullanarak sınır ticareti yapmaktan başka çaresi olmayanların adı bugünün Orgeneral Mustafa Muğlalı’larınca “kaçakçıya, soyguncuya, hayına”, çıkarıldı. Bombardıman ile kömürleşen bedenleri “savaş zayiatı” sayıldı.

 

         Katliamın üzerini kapatmak için, hayatını kaybedenlerin ailelerine dalga geçercesine “kan parası” teklif edildi. Ölüme fiyat biçilerek ailelerin acılarına acı katıldı. Evlatlarının hayatını paraya tahvil etmeye çalışan anlayışa karşı çıkan, “biz para değil, katillerin açığa çıkarılmasını istiyoruz” diyerek onurlarını satmayacağını ilan eden aileler baskılarla kuşatılmak istendi. Evlatlarının ölümünün sorumlularının bulunması için yaptıkları şikayetleri geri çekmeleri istendi. Katliamdan bugüne hiçbir kamu görevlisi sorgulanmazken, onlar sorgudan geçirildiler, haklarında sudan gerekçelerle davalar açıldı. Yaşadıkları evlat acısı yetmiyormuş gibi yerlerinden yurtlarından göç ettirilmeye çalışıldılar.

 

         Baskı sadece katliamda çocuklarını, yakınlarını kaybeden ailelerle de sınırlı kalmadı. Onların acılarını paylaşmak için Roboski’ye gitmek isteyen, sorumluların ortaya çıkmasını talep edenler,  demokratik kurum ve kuruluşlar da baskı ve zordan payına düşeni aldı.

 

         Bununla da yetinilmedi. Sürecin başında “Roboski Katliamını aydınlatmak boynumuzun borcudur” diyenler aradan geçen zaman içinde “Her Kürtaj Bir Roboskidir” diyecek kadar pervasızlaştılar. Dahası olayı araştırmak üzere mecliste kurulan komisyonun raporu da aradan geçen bir yıla rağmen hala açıklanmadı.

 

         Evet, katliamın üzerinden tam 1 yıl geçti. Bu geçen uzun zaman dilimi içerisinde canlı tanıklarını ifadesi dahil her şey ortadaydı, olmayan tek şey ise adaletin kendisiydi.  Hükümet üzerindeki sorumluluğu "geçiş yoluydu, eylem istihbaratı vardı” açıklamasının ardına sığınarak atmaya çalıştı. Başbakan’ın  “Ahmet midir, Mehmet midir bilemeyiz ki " sözlerinde ifadesini bulan yaklaşımla katliam sıradanlaştırılmak istendi.

 

         Aslında her şey ortadaydı, yaşanılan trajedinin “Terörle mücadele” adı altında yapılan yargısız infaz ve katliamların devamından ibaret olduğu açıkça bilinmekteydi.

 

         Roboski katliamının, istihbaratının Pentagon’dan vur emrinin AKP tarafından verilen, ABD emperyalizmi ve AKP’nin ortaklığında gerçekleştirilen bir katliam olduğu tüm delilleri ile ortaya çıkmıştır.

 

         Bir yıl kimileri için uzun kimileri için kısa bir zamandır. Roboski’de çocuklarının mezarı başından ayrılmayan analar için bir yıl, bitmek bilmeyen bir zamandır. Askeri araç ve helikopter sesleri ile korkuyla büyüyen çocuklar için bir yıl oldukça uzun bir zamandır.

 

Bir yıl adalet beklemek için uzun bir zamandır!

 

         Roboski katliamı kuşkusuz uzun süredir uygulanan baskıcı ve anti demokratik uygulamaların, AKP hükümetinin Kürt sorununda askeri çözüm ısrarının bir sonucudur. Bugün de sürdürülen askeri ve siyasi operasyonlar yeni katliamların ve ölümlerin zeminini güçlendirmeye devam etmektedir. Oysa bugüne kadar yağan bombaların barış çığlıklarını dindiremediği ve dindiremeyeceği açıktır.

 

         Bizler, onlarca yıldır gökyüzünden bomba yağan bu topraklarda dökülen gözyaşlarına tahammülü kalmayanlar olarak, daha fazla kan dökülmeden bu ısrardan derhal vazgeçilmesini ve demokratik çözüm yollarının açılmasını istiyoruz.

 

         AKP hükümeti artık gerçeği anlamalıdır, Kürt sorununda askeri çözüm ısrarı ile Kürt halkının demokratik taleplerini yok etmeye ve bastırmaya yönelik izlediği strateji kan ve gözyaşından başka bir sonuç vermemektedir. Artık bu tarihi yanlıştan dönmeli, özgür ve demokratik bir ülkede, bir arada yaşama umudunu koruyan halka karşı olan sorumluluğunu, demokratik talepleri kabul ederek yerine getirmelidir.

 

         Daha eşit, özgür ve demokratik bir ülkede, bir arada yaşam umudunu koruyan ve bu uğurda sonuna kadar mücadelesini sürdürecek emek ve meslek örgütleri olarak, devleti Roboski’de yaşananların bir katliam olduğunu kabul etmeye, sorumlu ve faillerinin yargı önüne çıkarılması için üzerine düşen vazifeyi yapmaya davet ediyoruz.

 

İnsanlık suçlarını meşrulaştırmaktan, katliamcıları terfilerle, zamanaşımları ile ödüllendirmekten çekinmeyenlerin,

 

Yoksul halk kitlelerinin, emekçilerin, işçi sınıfının geleceğini baskı, sömürü, şiddet politikaları üzerinden teslim almaya çalışanların,

 

Sömürü ve yağma üzerine kurulu düzenine teslim olmayacak, her şeye rağmen adalet arayışımızı sürdüreceğiz.

 

Katliamların hesabını, bir arada yaşam zeminlerini güçlendirip kardeşliğin ülkesini kurarak soracağız!

 

Roboski Katliamını unutmadık, unutturmayacağız, takipçisi olacağız.

 

 

KESK MANİSA YÜRÜTME KURULU

 

 

27 Aralık 2012 Perşembe

RUH SAĞLIĞI HASTANESİNDEKİ DRAM KARŞI SESSİZ KALMAYACAĞIZ.


RUH SAĞLIĞINDA BİR İNSANLIK DRAMI YAŞANIYOR... 

BU DRAMA VİCDANI OLAN HİÇ BİR SAĞLIK EMEKÇİSİ SES'SİZ KALAMAZDI... 

SES'SİZ KALMIYORUZ...

BİR ADIM ÖNE ÇIKIYORUZ... 

HASTALARIMIZA VE İŞ ORTAMIMIZA SAHİP ÇIKIYORUZ. 

SES’SİZLERİN SES’İ OLUYORUZ. 

            Ruh Sağlığı ve Hastalıkları hastanesinde her geçen gün yeni bir olay, yeni bir sorunla karşılaşılıyor. Yıllardan bu yana 12 ayrı ile hizmet vermekle övünen, bölge hastanesi olduğu belirtilen hastane yaşananlar artık yeter dedirtecek niteliktedir.

Fiziki koşulların ve güvenlik önlemlerinin yetersizliği sebebiyle çok fazla sorun yaşanmaktadır.  Bu sorunlar yıllardır hem sendikamız, hem sağlık çalışanları hem de  hasta yakınlarınca dile getirilmesine rağmen en küçük bir düzelme görülmemiştir.   

YETER ARTIK…

SORUYORUZ: Bu sorunları fark edip çözüm üretmeniz için “can kaybı” mı yaşanması gerekiyor?

Bizler sağlık emekçileriyiz.

Biz işimizi vicdanımızla yaparız. İşte bu nedenle hem kendi çalışma koşullarımız hem de hastalarımızın tedavi alma şartlarının insani olması için mücadele ediyoruz.   

            SORUYORUZ: Bir yakınımız hastalandığında bu hastanenin sorunlu servislerinde yatmasına gönül rahatlığıyla onay verir misiniz? Biz sağlık çalışanlarının vicdanı buna hayır diyor.Bizim vicdanımız bu insanlık dışı koşullarda hizmet vermeye izin vermiyor. Bu sebeple bizler basın açıklaması için bir araya geldik.

  ÇÜNKÜ; 

 Sağlık Bakanlığı “Hastane Hizmet Kalite Standartları” derki;  

Hasta odaları en fazla 2 kişilik olmalıdır.  

Oysa Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesinde; 

Hasta odaları 10’ar kişilik , koridorda ve aralarda hastalar yatmaktadır. Zaman zamanda iki kişi bir yatakta veya masa üstünde yatmaktadır:  

 

Sağlık Bakanlığı “Hastane Hizmet Kalite Standartları” derki; 

Her 4 yatağa en az bir hijyenik tuvalet ve lavabo olmalıdır.  

 Oysa Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesinde; 

20-25 hastaya bir sağlıksız tuvaletler düşmektedir. 

 

 Sağlık Bakanlığı “Hastane Hizmet Kalite Standartları” derki;  

Her 8 kişiye bir banyo düşmesi gerekiyor. 

Oysa Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesinde; 

20 hastaya bir banyo düşmekte ve fiziki koşulları kabul edilebilir değildir.  

 

Sağlık Bakanlığı “Hastane Hizmet Kalite Standartları” derki;  

Havalandırması yeterli olmalı ve doğal aydınlanma bulunmalıdır. 

Oysa Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesinde; 

    Servis içine kokudan ve maske takmadan girilememekte, hasta yoğunluğunda bu daha da artmaktadır. Kimi servislerde dışarı açılan pencere dahi bulunmamaktadır. Hastaların günlerini geçirdiği servise gece nöbetçi arkadaşlarımız kokudan dolayı servise girmekte zorlanmaktadır.  

 

Sağlık Bakanlığı “Hastane Hizmet Kalite Standartları” derki;  

Odalarda kişisel kullanım için dolap ve etejer bulunmalıdır.  

 Oysa Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesinde; 

Pek çok hastanın bir dolabı bile yoktur.  

 

 Sağlık Bakanlığı “Hastane Hizmet Kalite Standartları” derki;  

Tavan tek parça olmalı, tavana monte tesisat emniyetli ve gizli olmalı, pencereler yarı açık yada açılamaz olmalıdır.  

Oysa Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesinde; 

Bunlar zaten hastane için çok ütopiktir.  

Hemen her gün bir hasta veya sağlık çalışanında fiziksel koşulların uygunsuz olması koşularından dolayı can güvenliği sorunu yaşanmaktadır.  Demir sandalyelerle sağlık çalışanlarına saldırılması, kırılabilir camlarla hastaların birbirini yaralaması, Xray cihazından yoksun olduğu için hastaneye silah ve bıçakla girilebilmesi.olağan bir hal almıştır.

            Kolayca halledilebilecek bu problemlerin giderilebilmesi için birilerini yaralanması bile hastane yönetimi için “yaşananlara bakılırsa” yeterli değildir. İlla ölümü gerekmektedir.

Sağlık çalışanlarının tuvalette giyindiği, yoğun servislerdeki kokudan tedavi bile yapılamayan, hastaların iç içe yattığı, güvenliğimizin pamuk ipliğine bağlı olduğu, bu drama bir son verelim.

            Sendikamız SES hem hizmetten yararlanın hem de hizmeti veren sağlık emekçilerinin güvenilir, nitelikli sağlık hizmeti koşullarından yararlanabilmesi için mücadele etmektedir.

Yaşanan sorunların çözümünde bizim de söyleyecek sözlerimiz var. Sağlık Bakanlığının kendi hazırladığı Hastane Hizmet Kalite Standartları yönetmeliğini hiçe sayan hastane yönetimini ve tüm sorumluları çözüm için göreve davet ediyoruz.

Sorunlarımızı ayrıntısıyla toparladığımız raporumuzu da başta Genel Sekreterliğe, Sağlık Bakanlığına, Meclise sunacağız, Basınla da paylaşacağız.

 

SES MANİSA ŞUBE BAŞKANI Serpil DENİZ.

    İŞYERİ TEMSİLCİSİ Ümmüşah TÜZEN  

 

26 Aralık 2012 Çarşamba

KAHRAMAN MARAŞ KATLİAMINI KINIYORUZ.


                                   24/12/2012

      Maraş Katliamı’nda hayatını kaybedenleri 34. yıldönümünde  anmak için Maraş’a gidenler engellendi. Vali kenti abluka altına aldı, katliamı anmak isteyenlere jandarma ve polis saldırdı.

 

       Kendinden olmayana, farklı olana, “öteki” sayılana karşı tam bir tahammülsüzlük ve yok etme histerileriyle dolu olan bu ırkçı/gerici oluşumları kınıyoruz.

 

        Geçmişte yaşanan acılar kapatılarak, unutturmaya çalışılarak ve insanlık suçlarının protesto edilmesi engellenerek “toplumsal barış” asla sağlanamaz!

 

       Geçmişe dönük hafızalarımızı bir yoklarsak: Türkiye siyasi tarihi kitlesel kıyım ve katliamlarla doludur.19–25 Aralık 1978 yılında Kahramanmaraş’ta yaşananlar, tıpkı Çorum’da, Sivas’ta, Malatya’da devlet destekli ırkçı/gerici saldırılar ve bizzat “devlet” tarafından yönlendirilen 1 Mayıs 77 Taksim,  Gazi ve Ümraniye mahalleleri ve son olarak da Roboski’de yaşananlar gibi, yakın tarihimizin en korkunç katliamlarından biridir.

 

       Mezhep ayrılığı körüklenerek başlatılan ve günlerce süren Maraş Katliamı’nda ‘resmi’ rakamlara göre 111 kişi hayatını kaybetmiştir. Binlerce kişi yaralanmış, yüzlerce ev ve işyeri yakılmıştır. Katliamı protesto edip ölenleri anmak için Maraş’a gitmek isteyen Alevi örgütleri bir kez daha Valilik engeline takılmıştır.

       10 yıldır iktidarda olan AKP,  darbelerle ve katliamlarla yüzleşeceğini iddia ettiğini söyledi. AKP Hükümeti katliamlarla yüzleşmeyip, teokratik ve sivil bir diktatörlükle ülkeyi yönetmektedir.

                                                                                                                                                                                                                                                                                                                    

       Maraş Katliamı’nda hayatını kaybedenleri anmak için katliamın yıldönümünde Maraş’a gidenler engellendi. Vali kenti abluka altına aldı, katliamı anmak isteyenlere jandarma ve polis saldırdı. Bu, bu seneye özgü değildir. Geçen sene de anmaya katılan eylemcilere saldırılmıştı. Narlı’da yolları kesilen eylemciler Maraş’a yürümek istemiş polis ve jandarma eylemcilere saldırmıştı.

 

       Bugün bu katliamların ardındaki gerçekler ortaya çıkartılmadığı gibi, kimisinde hiçbir soruşturma ve yargılama yapılmamış, diğerlerinde de göstermelik yapılan yargılamalar sonucunda yine göstermelik hapis cezalarının ardından “sanıklar” ya afla serbest bırakılmışlar ya da davalar zamanaşımına uğratılmıştır.

 

       Demokratik Bir Türkiye İçin Katliamlarla Yüzleşilmeli, Maraş Dosyası Yeniden Açılarak Gerçek Sorumlular Yargılanmalıdır!

 

       Geçmişte yaşanan acılar kapatılarak, unutturmaya çalışılarak ve insanlık suçlarının protesto edilmesi engellenerek “toplumsal barış” sağlanamaz!

 

        Yapılan bu katliamlar, gelişen toplumsal muhalefetin engellenmesine yönelik olarak planlandığı kadar, Maraş Katliamı hâlâ toplumun vicdanında kanayan bir yara olarak duruyor! Geçmişte yaşanan acılar kapatılarak, unutturmaya çalışılarak veya insanlık suçlarının protesto edilmesi engellenerek “toplumsal barış” sağlanamaz!

 

        Maraş Katliamı’nda somutlanan insanlık suçunu protesto etmek için Kahramanmaraş’ta düzenlenen etkinliğin bu yıl da yasaklanmasını protesto ediyor, mitingin yapılmasına engel olunmasını reddediyor ve kınıyoruz.

 

Remzi ŞİRİN

 

MANİSA KESK YÜRÜTME KURULU ADINA

24 Aralık 2012 Pazartesi

DEMOKRATİK BİR TÜRKİYE İÇİN TARİHİMİZDEKİ TÜM KATLİAMLARLA YÜZLEŞİLMELİ.


Demokratik Bir Türkiye İçin Katliamlarla Yüzle ilmeli, Maraş Dosyası Yeniden Açılarak Gerçek Sorumlular Yargılanmalıdır!


Geçmişte yaşanan acılar kapatılarak, unutturmaya çalışılarak ve insanlık suçlarının protesto edilmesi engellenerek “toplumsal barış” sağlanamaz!


Türkiye siyasi tarihi kitlesel kıyım ve katliamlarla doludur. 1978 yılında Kahramanmaraş’ta yaşananlar, tıpkı Çorum’da, Sivas’ta, Malatya’da devlet destekli ırkçı/gerici saldırılar ve bizzat “devlet” tarafından yönlendirilen 1 Mayıs 77 Taksim, Gazi ve Ümraniye mahalleleri ve son olarak da Roboski’de yaşananlar gibi, yakın tarihimizin en korkunç katliamlarından biridir. Mezhep ayrılığı körüklenerek başlatılan ve günlerce süren Maraş Katliamı’nda ‘resmi’ rakamlara göre 111 kişi hayatını kaybetmiştir. Binlerce kişi yaralanmış, yüzlerce ev ve işyeri yakılmıştır.

Bugün bu katliamların ardındaki gerçekler ortaya çıkartılmadığı gibi, kimisinde hiçbir soruşturma ve yargılama yapılmamış, diğerlerinde de göstermelik yapılan yargılamalar sonucunda yine göstermelik hapis cezalarının ardından “sanıklar” ya afla serbest bırakılmışlar ya da davalar zamanaşımına uğratılmıştır. Ve geçmişte ülkemizin aydınlık geleceğini karartan bütün tertipçilerin cezalandırılmaları şöyle dursun, “kahraman” ilan edildiklerine, makamlar ve payeler verilerek mevkilerinin yükseltildiğine içimiz yanarak tanıklık ediyoruz.

Hatta yaşanan bunca acılarla adeta alay edilircesine, Maraş Katliamı’nın “1 Numaralı Sanığı” olarak yargılanan Ökkeş Kenger (Şendiller) Meclis İnsan Hakları İnceleme Komisyonu üyeliğine getirilmiş, bizzat Başbakan Sivas Katliamı Davası’nın zamanaşımına uğramasını sevinçle karşılayarak “Hayırlı olsun” demiş ve çeşitli katliam ve suikastlardan yargılanan katiller “3. Yargı Paketi”ne eklenen özel yasa maddeleriyle serbest bırakılmışlardır.

Kendinden olmayana, farklı olana, “öteki” sayılana karşı tam bir tahammülsüzlük ve yoketme histerileriyle dolu olan bu ırkçı/gerici oluşumların tek “çıkarması” olmadı Maraş. 80 öncesi yine Sivas, Çorum ve Malatya’da yüzlerce insanımız, kadın, çocuk denilmeden vahşice katledildiler.

Devletin “derinlerinden” üretilen politikalarla birleştirilen ırkçı-gericiliğin tek hedefi kuşkusuz Aleviler değildi. Geçmişe baktığımızda, 12 Eylül’e giden yolda Türkiye, faşizmin ve gericiliğin yoğun bir saldırısıyla karşı karşıya kaldı. Bütün ilerici, demokrat, devrimci insanlara, aydınlara, gazetecilere, işçilere, öğrencilere, öğretim üyelerine karşı cinayet ve katliamlar düzenlendi, sayısız insan öldürüldü, binlercesi yaralandı, sakat bırakıldı.

Yapılan bu katliamlar, gelişen toplumsal muhalefetin engellenmesine yönelik olarak planlandığı kadar, devletin ekonomik ve siyasi politikalarının sorunsuzca uygulamaya konulmasının da işaretlerindendir. Ekonomik krizin yükünün emekçi halkın üzerine yıkılması için gündeme getirilen ve sınırsız bir sömürü anlamına gelen 24 Ocak Kararları’yla uygulanan ekonomik politikalara karşı oluşması muhtemel muhalefet hareketleri sınırsız bir faşist terör uygulanarak "zapt-u rapt" altına alınmaya çalışılmıştır. Ve ardından gelen 12 Eylül faşist darbesiyle de, mevcut sömürü düzeninin “onarılması” hedeflenmiştir.

Türkiye’de yoksul halk kitlelerinin, emekçilerin, işçi sınıfının geleceğinin teminatı olan solun gelişiminin bastırılması, sindirilmesi ve yokedilmeye çalışılması politikalarından bağımsız tutmuyoruz Maraş Kıyımı’nı!

Maraş Katliamı hâlâ toplumun vicdanında kanayan bir yara olarak duruyor! Geçmişte yaşanan acılar kapatılarak, unutturmaya çalışılarak veya insanlık suçlarının protesto edilmesi engellenerek “toplumsal barış” sağlanamaz!

Maraş Katliamı’nda somutlanan insanlık suçunu protesto etmek için Kahramanmaraş’ta düzenlenen etkinliğin bu yıl da yasaklanmasını protesto ediyor, mitingin yapılmasına engel olunmamasını istiyoruz.

        

                                       Serpil DENİZ                  

                                   KESK Dönem Sözcüsü

                        Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçiler

                      Sendikası Manisa Şube Başkanı

 

 

SES KARARNAME İLE YAPILAN ATAMALARA TEPKİ GÖSTERDİ.


                                            BASINA VE KAMUOYUNA

663 sayılı Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanın Hakkında Kararname bahane edilerek ilimizde 50 ye yakın sağlık çalışanının ataması yapılmıştır. Atamaların bazıları çalışanların kendi talepleri olmasına karşın bir bölümü reysen (zorunlu) atamadır. İlçe temsilciliklerinden konu ile ilgili veriler toplanmaktadır. En çarpıcı bilgi Salihliden gelmiştir. Kadroları Salihli Devlet Hastanesinde olan, Toplum Sağlığı Merkezin’de geçici görevle çalışan personellerin hepsinin ataması yapılmasına karşın bir hemşire arkadaşın ataması yapılmamıştır. Ataması yapılan sağlık çalışanları arasında aynı unvanda (hemşire) sağlık çalışanı olmasına karşın,  ataması yapılmayan hemşire arkadaşın atanmama kriterlerinin ne olduğu merak konusudur. Kaşına, boyuna, itaatkarlığına veya sendikasına göre mi atama talepleri değerlendirilmiştir?? Atama taleplerindeki en öncelikli kriterin hizmet puanı olması gerektiği aşikardır fakat bu kriter göz önünde bulundurulmamıştır. Aynı Hastanede ebe olarak görev yapan ve atama talebinde bulunan 4 e yakın çalışanında atamaları yapılmamıştır. Tüm atamaların özelleştirme/devir kapsamında yapılması ise tamamen düşündürücüdür.

Çalışanlarının sürekli gülümsemesini isteyen Bakanlığımızın gülümsetebilmeyi böyle şuursuz şakalar ile başaramayacağı bilinmelidir. Sabaha uyandığımızda görev yerimizin değiştiğini öğrenmek, yarınımızın ne olacağını bilememek, nitelikli sağlık hizmeti vermememizin   ve motivasyon kaybımızın en temel nedenidir.

Yıllardır sendikamızın belirttiği gibi ileri demokrasi adı altında, yeni çıkan yasa ve yönetmelikler ile bu tür haksızlıklarla karşılaşacağımız gerçeği ortaya çıkmıştır. Düne kadar yasaların iyi kişiler ellerinde iyi olacağını haykıran Yandaş Sivil Toplum Örgünleri değneğin diğer ucundaki kalıntıyı da gördüklerinden göstermelik tepkiler ile basın karşısına çıkmışlardır. Sağlık Müdürlükleri ve Halk Sağlığı müdürlüğünden sonra kamu Hasta Birlikleri Kurumunda da bu tür dikteye dayalı ve kriterlerinin ne olduğu bilinmeyen keyfi atamaların yaşanacağını söylemek hiç de abartılı olmayacaktır.

Sağlık çalışanlarını bu tür uygulamalarla mağdur edecek yasa ve yönetenlere karşı, yarınlarımızı güvence altına alabilmek için tüm Sağlık emekçilerini ve sağlık hakkından yararlanan halkımızı yıllardır tüm baskılara rağmen mücadele eden gerçek sendika olan SES’e davet ediyoruz. 

                                                                SES MANİSA YÖNETİM KURULU

 

20 Aralık 2012 Perşembe

2013 YILI BÜTÇESİ EMEKÇİNİN BÜTÇESİ DEĞİLDİR, DERHAL GERİ ÇEKİLMELİDİR!


BASINA VE KAMUOYUNA

2013 YILI BÜTÇESİ EMEKÇİNİN BÜTÇESİ DEĞİLDİR, DERHAL GERİ ÇEKİLMELİDİR!

Vergi yükü dolaylı vergiler yolu ile emekçilerin sırtında,
servet geliri üzerinden alınan vergi ise 0!

Asgari ücret açlık sınırının altında!

Eğitim ve sağlık hizmetleri ticarileşti!

Bütçenin vergiler kanalı ile gelirleri artıyor, fakat halka yine bütçe yok!

Bu gün mecliste oylanan,

 

Bu bütçede grevli toplu sözleşme mücadelesi yürüten kamu emekçileri yine yok.

Bu bütçede 739 TL’ye mahkûm edilen milyonlarca asgari ücretli yine yok.

Bu bütçede kıdem tazminatı gasp edilmek istenen işçiler yine yok.

 

Bu bütçede gübre parası bulamayan çiftçiler, köylüler yine yok.

Bu bütçede vergi yükü altında ezilen küçük esnaf yine yok.

Kısacası Bu Bütçede İnsanca Bir Yaşam Sürdürmek İsteyenler Yine Yok.

 

Peki, ne var bu bütçede?

 

Yine sermayeye teşvik, rantiyecilere kıyak var.

Asgari ücretten vergi kesintisi var.

Tüm kamu hizmetlerinin tamamen paralı hale getirilmesi var.

Eğitime ve sağlığa değil silahlanmaya ayrılan payın artırılması var.

 

Artık yeter!

Kaynakları halkın cebinden toplayan, halka değil, savaşa, gericiliğe, rant çevrelerine dağıtan bütçeye artık yeter! Ücret hakkımızı, sosyal güvenlik hakkımızı, kıdem tazminatımızı, bugüne kadar yoğun mücadeleler ile kazandığımız haklarımızı lağveden bu soygun, her yıl olduğu gibi yine bu yıl da aynı anlayışla karşımıza çıkartılıyor.

Artık yeter!

Bu bütçe emekçinin, halkın bütçesi değildir!
Bizler, savaşın, rantın, dinselleştirme projelerinin maliyetlerini ödemeyi reddediyor, dayatılmaya çalışılan bu bütçeyi kabul etmiyoruz.

Bakan Gerçekleri Söylemiyor!

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek 2013 yılı bütçe sunuş konuşmasında yine gerçekleri tahrip etti!

Yoksulluk sınırının altına sürüklenen milyonlarca emekçinin gözlerine baka baka yaptığı açıklamada ''İktidara geldiğimizden bu yana kamu çalışanlarımızı ve emeklilerimizi enflasyona ezdirmedik, bundan sonra da ezdirmeyeceğiz'' diyen Şimşek, adeta emekçilerle dalga geçti.

Gerçek enflasyonu gizleyerek, hayat pahalılığının üzerini örtmek isteyenler artık gerçekleri açıklasınlar!

Kamu emekçilerinin alım gücü artmamakta, düşmektedir. Kamu emekçileri yoksullaştırılmaktadır!

10 Yıllık AKP iktidarı döneminde;

1 kg ekmeğin fiyatı 1 TL’den 3,4 TL’ye;
1 kg etin fiyatı 8 TL’den 35 TL’ye;
1 litre çiğ sütün fiyatı 0,18 TL’den 0,90 TL’ye,
1 litre benzinin fiyatı 1,66 TL’den 4,60 TL’ye,
1 metreküp doğalgazın fiyatı 0,39 TL’den 1,06 TL’ye yükselmiştir. 

Sadece bu veriler bile göstermektedir ki, halkın temel tüketim maddelerine yapılan zam miktarı yüzde 200 ile 500 arasındadır.

“Büyümede dünya ikincisiyiz, kişi başına düşen milli gelir 10 bin doları geçti” diye övünenlere soruyoruz?

Halk yoksullaşmaya devam ederken, büyüyen kim?

Biz biliyoruz ki, Maliye Bakanı ve partisi AKP, temsil ettikleri sermayeyi büyütmeye, geniş toplumsal kesimleri yoksullaştırmaya devam ediyor.

AKP hükümeti bugün kaynakların kimden nasıl toplanacağına karar veriyor, bu kaynakları kurmaya çalıştığı yeni düzeni güçlendirecek alanlara aktarıyor. Emekçilerin birikimlerine el koyarak, ağır vergilerle topladığı kaynaklar bugün emperyalizmin taşeronluğuna, toplumun tüm ezilenlerini baskı altında tutacak mekanizmalara aktarılıyor, AKP hükümeti korku imparatorluğunu kuruyor. Emekçilerden toplanan kaynaklar bugün daha fazla istihdam yaratacak, toplumsal refahı arttıracak yatırımlara değil, bir avuç rantiyeci sermayenin cebine aktarılıyor. AKP hükümeti sömürü politikalarını dini-muhafazakar örtüyü hayatın her alanında güçlendirerek hayata geçiriyor. Bunu yaparken toplumsal yaşamın her alanını dinselleştiriyor, bu düzene biat edecek nesiller yaratmaya çalışıyor. AKP hükümeti bugün işçilerin, emekçilerin, emeklilerin, yoksullaştırılan tüm kesimlerin ödediği ağır vergilerle gericiliği, artan sömürü düzenini finanse ediyor. 

Bugün 2013 yılı bütçesi ile AKP hükümeti kendi siyasal portresini bir kez daha çizmektedir. Ülkemizi Ortadoğu’da emperyalizmin müdahale aracına dönüştüren AKP’nin savaşçı politikalarının faturası emekçilere çıkarılıyor. AKP, Ortadoğu’ya yönelik sürdürülen emperyalist müdahalelerde taşeronluk misyonunu üstlenerek Türkiye’yi iç savaşların merkez üssü haline getirmiştir. Ortadoğu’da giderek sıkışan süreç, başta ABD ve NATO’nun Türkiye’den taleplerinin de artmasına neden olmakta; gizli üslerle başlayan, füzelerle devam eden, giderek daha müdahil olunan süreçte savaş maliyetleri de sürekli artmaktadır.

Emperyalizmin iç savaş stratejilerinin bölgede yarattığı etnik ve mezhepsel ayrışmaya paralel olarak, AKP Türkiye’de de benzer bir karşıtlığı körüklemektedir. Nefreti körükleyen bir siyasi anlayışla Kürt sorununda izlediği askeri ve siyasi operasyon çizgisi, içeride de devam eden bir savaşı sürekli kılmaktadır. AKP politikalarının finansmanında en büyük araçlardan biri olan bütçenin giderek savaş harcamalarına daha fazla kaynak ayırdığı ortadadır. Türkiye ve bölge halklarının ağır bedeller ödedikleri savaş ortamında,  bir de bütçe ile savaşın finansmanı halkın cebinden sağlamaktadır.  AKP’nin savaş ekonomisi 9 ayda 2 milyar doları geçmiştir.  İzlenen son gelişmelerden ve AKP hükümetinin içinde bulunduğu siyasi krizle de anlaşıldığı gibi, Ortadoğu’da emperyalist müdahalelerin taşeronluğunun maliyetlerinin artacağı kaçınılmazdır.

10 yıllık iktidar sürecini geride bırakmış ve “2023 Hedefi” ile bir 10 yıl daha Türkiye’nin geleceğine ipotek koyma iddiasında olan AKP hükümeti, 2013 yılı bütçesini de savaşın, yoksulluğun ve talanın finansmanına dönük hazırlamıştır.  

AKP’nin izlediği ekonomi politikası üretim ve istihdam yaratmayan, rantiyecilik ve tefecilik üzerine kurulu bir yapı üzerine kurulmuştur. Bugün IMF politikaları devam ettirilmekte, mali disiplin adı altında sosyal harcamalar kesilmekte, eğitim ve sağlık gibi kamusal hizmetler ticarileştirilmektedir. Ülkemiz emekçileri AKP eli ile soyguna uğratılmıştır; sosyal kazanımlarının ve en temel haklarının gasp edildiği bir sürece itilmiştir. 

AKP iktidarı gerçekleri çarpıtmada ne kadar ustalaşsa da güneş balçıkla sıvanmaz. Bu ülkenin gerçekleri ortadadır.

 

Tüm yükün yine halkın sırtına yıkıldığı bu bütçe emekçilerin ve halkın değil, sermayenin bütçesidir.

 

AKP hükümeti tercihini bir kez daha sermaye sınıfından yana kullanmış olup sistemin krizinin faturasını bir kez daha emekçilerin ve yoksul halk kesimlerine ödetmek istemektedir. Bizler bu bütçeyi kabul etmiyoruz, 2013 bütçesi derhal geri çekilmedir!

Emekçiden, halktan yana bir bütçe için;

·        Bütçenin hazırlanmasında demokratik süreçler işlemeli, sendikalar, demokratik kitle örgütleri bütçe hazırlık süreçlerinde yer almalıdır.


·        Kamuda reform adı altında gündeme getirilen yasalar geri çekilmeli, sosyal devleti ve demokratikleşmeyi güçlendiren, emekçilerin haklarını geliştirici yeni bir reform için, sendikaların ve demokratik kitle örgütlerinin katılımıyla çalışmalar başlatılmalıdır.


  • Vergi kaçırmayı özendiren ve ödüllendiren, yüksek gelir gruplarının lehine olan vergi aflarına son verilmelidir. Gelir dağılımında adaletsizliğe neden olan vergi gelirleri içindeki dolaylı vergilerin payı azaltılmalıdır.
  • Kamu emekçilerinin maaşlarının vergi dilimi artışından etkilenmemesi sağlanmalıdır.
  • Her ne ad altında olursa olsun, kamu emekçilerine verilen tüm ek ödemeler emekli aylığına yansıtılmalıdır.

·        Kamu harcamaları toplumsal yarar doğrultusunda yükseltilerek bütçe şekillendirilmelidir. Büyüme ve istihdamı arttırmak için kamunun yatırımcı niteliği hatırlanmalıdır.


·        Eğitime ve sağlığa ayrılan pay ihtiyaçlar çerçevesinde yeniden belirlenerek artırılmalıdır.


  • Sağlıkta tasarruf ölümdür! “Sağlıkta Dönüşüm Programı” adı altında sürdürülen yıkım politikaları durdurulmalıdır.

  • Kamu hizmetlerinin eşit, ücretsiz, nitelikli ve herkese ulaşılabilir olması sağlanmalıdır.

  • Silahlanma, şiddet ve savaş politikalarına dayanan bütçe anlayışından vazgeçilmelidir.

  • Kamu çalışanlarının başta ücretleri olmak üzere bütün hakları özgür toplu pazarlık süreciyle belirlenmeli; siyasi iktidar, KESK ile derhal yeniden toplusözleşme masasına oturmalıdır. 20.12.2012

KESK MANİSA ŞUBELER PATFORMU adına,

Dönem Sözcüsü Serpil DENİZ ŞAHİN