29 Mart 2013 Cuma

TAM GÜN ALDATMACASINA HAYIR


Sağlık Bakanından müjde(!) Pamuk eller cebe…

AKP hükümeti, kısaca “Tam Gün”  olarak bilinen kanunun içindeki düzenlemelerden vatandaşa olumlu olarak yansıyacak önemli hususlardan birinin üniversite hastanelerinde öğretim üyeleri adına alınan fark ücretini kaldırılmasıydı.

Anayasa Mahkemesinin bu düzenlemeyi iptal etmesinden sonra yeni yasa çıkarılması için verdiği 6 aylık sürenin sona ereceği Haziran 2013’e yaklaşırken;  Başbakan, grup toplantısında yaptığı açıklamada hekimlere ve halkımıza yeniden üniversite hastanelerinde öğretim üyesi farkı alınacağı müjdesini (!) vermiştir.

Başta öğretim üyeleri olmak üzere hekimlere ekonomik durumlarında düzelme sağlamak için mesai saatleri sonrası yapacakları muayene ve işlemlerde hastaların aynen özel hastanelerde olduğu gibi ceplerinden ayrıca fark ücreti ödeyeceklerini bildirmiştir.  SUT fiyatlarının %100’ü kadar olan bu fark ücreti, artık kamu kurumlarında da vatandaşın cepten ödeme yapacağı anlamına gelmektedir. Başbakan ve sağlık bakanının müjdesi(!) vatandaşın cebinden alınacak ilave ücretlerdir.

AKP hükümeti, sağlıkta yaşanan sorunların sorumlusu olarak her fırsatta hekimleri ve tıp fakültesi öğretim üyelerini göstermiş ve onları hasta ve yakınlarının şiddetinin hedefi haline getirmiştir.

Gerek Başbakan gerekse dönemin Sağlık Bakanı Akdağ’ın “Tam Gün” yasası görüşülürken sarf ettiği “doktor efendi mani peşinde”, “paracı doktorlar gürültü yapıyor”, “bunların gözü doymaz”,  “çalışmak istemiyoruz derseniz istediğiniz yere çeker gidersiniz”, “çalışmayan doktoru çalıştıracağız, bıçak parasını kaldıracağız, doktorun elini hastanın cebinden çıkaracağız”… vb sözleri belleklerimizde tazeliğini korumaktadır.

 

 

Peki, şimdi ne oldu?

Anlayacağınız sağlıkta işler pek de iyi gitmiyor!. Hekimleri kötülemek, itibarsızlaştırmak için akla hayale gelmedik icraatlara imza atanlar belli ki şimdi de kötüledikleri ve hakaret ettikleri hekim öğretim üyeleri üzerinden üniversitelere kaynak yaratma telaşına düştüler.

Başbakanın grup toplantısında “yapacağımız yasal düzenlemeyle üniversite hocaları mesai bitiminde makul bir bedelle vatandaşlara hizmet verecek. Vatandaş sağlık uygulama tebliğindeki bedel kadar ücret ödeyecek. Üniversitede mesai ücreti 55 lira, mesai sonrası tedavi olan 55 lira ödeyecek. Bu ücretin bir kısmı öğretim üyesine bir kısmı da kuruma verilecek’’açıklamasını yaptı. Oysa 29.09.2012 tarihinde SGK tarafından yayımlanan Sağlıkta Uygulama Tebliği (SUT) ile madde1: 3.2.1’de ikinci ve üçüncü basamak resmi sağlık hizmeti sunucularından… 5 TL ibaresinden sonra gelmek üzere ‘’vakıf üniversiteleri hariç olmak üzere 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu kapsamında olan üniversitelerdeki öğretim üyesi muayenelerinde artırmaya ve farklılaştırarak uygulamaya kurum yetkilidir.’’ cümlesi eklenmişti. Bu eklenen madde ile üniversite hastanelerindeki öğretim üyesi muayenelerinde katılım payını arttırma yetkisi SGK’na verilmiştir. Ancak Başbakan SGK’na verilen üniversitelerdeki öğretim üyesi muayenelerinde vatandaşın ödeyeceği katkı payını arttırmaya ve farklılaştırarak uygulamaya yetkisini, kurum yerine kendisi açıklamıştır.

5510 sayılı kanunun 68. maddesi zaten SGK’ un belirlediği muayene katılım payını on katına kadar artırmak ve sağlık hizmeti sunucuları için ödenecek fark ücretini belirlemek yetkisi vermiştir.

“Tam Gün” yasası görüşülürken propaganda malzemesi yaptıkları, her türlü hakareti pervasızca kullanarak kaldırdıkları üniversite hastanelerindeki öğretim üyesi muayene fark ücretini  mesai sonrasında 55 lira olarak yeniden getirmişlerdir.

Yanlışlar, Başka Yanlışlarla Düzeltilmeye Çalışılıyor!

Başbakan ve Sağlık Bakanı Sağlık çalışanlarının devasa sorunlarını, hocaların mesai sonrasında hasta bakmasından ve hastanın cebinden çıkacak paradan payına düşeni almasından ibaret sanıyor! Hekimlerin ve sağlık çalışanlarının en önemli sorunları iş, gelir ve gelecek güvencesi kaygısı ile sağlık hakkı, mesleki bağımsızlık ve nitelikli sağlık eğitimi sorunudur. 

Tıp fakülteleri başta olmak üzere kamu sağlık kurumları yalnızca hekimlerden ve öğretim üyelerinden ibaret değildir. Çalışanlar arasında dayanışma yerine rekabete yol açan, işimizi değersizleştiren ve hastaları puan ve katılım payına dönüştüren ücretlendirme modelinden bir an önce vazgeçilmeli;  iş ve ücret güvencesi olan,  insanca yaşamaya ve mesleki gelişimi sürdürmeye yetecek, emekliliğe yansıyacak ücretlendirme sistemine geçilmelidir.

Biz sağlık ve sosyal hizmet çalışanları; metalaştırılmış bir sağlık hizmetinin ‘oyuncusu’ değil, topluma adanmış mesleğin onurlu üyeleri olarak görevimizi performans, ciro, SUT baskısı ve gelecek kaygısı duymadan yapmak istiyoruz. 28.03.2013

                                                                       ŞUBE YÖNETİM KURULU

27 Mart 2013 Çarşamba

GENEL-İŞ VE LİMAN-İŞ'İ HEDEF ALAN OPERASYONU KINIYORUZ!

                                                                                                                                 27/03/2013
GENEL-İŞ VE LİMAN-İŞ'İ HEDEF ALAN OPERASYONU KINIYORUZ!
İktidara geldiği günden bugüne kadar; emekçilere işsizlik, yoksulluk ve güvencesizlikten başka bir şey sunmayanlar sömürü ve adaletsizlik üzerine kurulu düzenlerine karşı sesini yükselten herkesi hedef almaya devam ediyor. Önceki gün sabah Liman- İş ve Genel- İş Sendikalarını hedefe alan şafak operasyonları, AKP iktidarının, sendikal hareketi baskı altına almak için hayata geçirdiği onlarca yasal düzenleme ve fili uygulamayla yetinmediğini bir kez daha gözler önüne sermiştir.
Emeğin kazanılmış haklarına yönelik saldırıların artarak devam ettiği, tüm çalışanların sendikal hak ve özgürlüklerinin gittikçe daha fazla daraltıldığı bir süreçten geçiyoruz. Çalışma yaşamı tahrip edilirken sendikal hak ihlalleri de katlanarak artıyor. İfade ve düşünce özgürlüğü alanı başta olmak üzere toplumsal yaşamın her alanın da hak ve özgürlükler giderek daraltıyor.
Emeğe karşı saldırıların doludizgin gittiği bu süreçte hak ve özgürlükleri için mücadele eden herkesi “potansiyel terör suçlusu” olarak gören- gösterenler emek düşmanı yüzlerini her fırsatta sergilemeye devam ediyor, Türkiye eşitlik, demokrasi ve özgürlük isteyenler için adeta açık hava hapishanesine dönüştürülüyor. Son olarak önceki gün şafak vakti gerçekleştirilen, DİSK’e bağlı Genel-İş ve Türk-İş’e bağlı Liman-İş sendikalarını hedef alan operasyonlar, emekçilerin örgütlü gücü sendikalara yönelik tahammülsüzlüğün vardığı boyutları göstermesi açısından çarpıcıdır. 
Adeta düşman bir ülkenin toprağını işgal edercesine, yüzlerce polisin katıldığı, helikopterli baskınların, sendikaların kapılarının kırıldığı bu operasyonların asıl hedefinin emek ve demokrasi güçlerine gözdağı vermek olduğu açıktır. Genel İş ve Liman İş’i hedef alan bu operasyonları gerçekleştirenler, arkasında olanlar, KESK’i kamuoyu nezdinde itibarsızlaştırmak için özellikle son bir yıldır ardı ardına yapılan operasyonların altına imza atanlardan başkası değildir.  Tutuklanan KESK yönetici ve üyeleri hakkında,  illegal faaliyete karışmanın ‘delili’ olarak, emniyet ve savcılık tutanaklarında ‘sendikaya girerken görüldü’ diyecek kadar pervasızlaşanlar şimdi de Genel İş ve Liman İş’i kriminalize etmenin peşindedir.  
“Adalet Bakanlığı ve AKP Genel Merkezine yönelik saldırıya karışanları arama” bahanesiyle iki işçi sendikasının bütün kapılarının kırılması ‘ileri demokrasi’ nutukları atanların hukuktan, adaletten nasibini almamış faşizan sistemlere öykünmeye devam ettiğini göstermektedir. Diğer taraftan arandığı söylenen kişilerin bu sendikaların üyesi ya da yöneticisi olmadıkları halde, büyük gürültüler eşliğinde yapılan bu operasyonların, tıpkı öncekiler gibi, emek örgütlerini, sendikaları toplumun gözünde itibarsızlaştırma girişimi olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. 
Bu tür baskınları, operasyonları uzun süredir yaşayan, sendikal faaliyetleri ‘suç’ gibi gösterilerek toplam 123 yönetici ve üyesi tutuklu olan bir konfederasyon olarak, Genel İş ve Liman İş’i hedef alan bu operasyonları kınıyoruz. Türkiye’de emek ve demokrasi mücadelesi yürütenleri hukuk dışı yöntemleri kalkan edinerek, şafak operasyonlarıyla, yalan ve iftira kampanyalarıyla sindirebileceklerini sananlar büyük bir yanılgı içersindedir.
KESK olarak, bizlere oldukça tanıdık gelen bu tür itibarsızlaştırma girişimlerinin amacına asla ulaşamayacağını bir kez daha vurguluyoruz.  Genel- İş ve Liman- İş sendikalarına yönelik bu tür girişimleri kınıyor, her iki sendikayla da dayanışma içinde olmaya devam edeceğimizin bilinmesini istiyoruz.
Ali GÖK
Manisa Kesk Şubeler Platformu Adına

22 Mart 2013 Cuma

ÖZGÜRLÜK YANILSAMASINA HAYIR DİYORUZ.



BASINA VE KAMUOYUNA
Memur Sen, Türkiye‘de emekten, barıştan ve demokrasiden yana olan toplumsal güçleri yanıltmamış, kendi "günün şartlarına uygun sendikacılık" anlayışını bir kez daha tescil etmiştir. 
Tüm eşitlik ve özgürlük alanlarını daraltan AKP, “kendine özgürlük” anlayışını kılık-kıyafet serbestliği tartışmalarıyla sürdürerek özgürlük yanılsaması yaratmaya devam ediyor. Gericiliğin meşrulaştırıldığı, üzerinin “özgürlük” adıyla örtüldüğü bu süreç, AKP’nin gölgesinde sendikacılık yapanlar aracılığıyla kamusal alanda inşa edilmeye çalışılıyor.  
AKP ülkemizde neoliberal programı uygulayarak sosyal, siyasal, kültürel ve toplumsal alanı neoliberal ilişkilerin piyasacı mantığına göre yeniden düzenlemektedir. Tüm emekçiler, toplumun tüm ezilenleri için bu yıkım politikalarının yarattığı tahribat ise, dinsel ideolojilerle görünmez kılınmaya çalışılmakta, sınıf mücadelesini ve toplumsal muhalefeti etkisizleştirmek için dini-muhafazakarlık örtüsü ile tüm toplum kuşatılmaktadır. 
Diğer bir yandan bugün “serbestlik ve özgürlük” tartışmalarıyla süslenmiş bir gericilik, kadın bedeni üzerinden inşa edilmektedir. Dini muhafazakar yapıyla perçinlenen neoliberal dönüşümler, kadınların kamusal alandaki haklarını ve geçmiş kazanımlarını ellerinden almakta, özgürlüklerini ve geleceklerini yok etmektedir. İktidarı boyunca kadın emeğini ev içine çekmek için pek çok düzenleme yapan AKP, “3 çocuk 5 çocuk”  fetvalarıyla kadınlar üzerindeki eşitsizliği körüklerken, kadına yönelen şiddetin tüm biçimlerini toplumsallaştırıp meşrulaştırmaktadır. Kadını yalnızca aile içinde tanımlayan, emeği, bedeni ve kimliği üzerinde tahakküm kuran tüm bu süreçlerde ise yine “özgürlük” kelimelerini havada uçuşturanlara; eşitsizliğin, ayrımcılığın üzerine yükselen bu zeminde hangi “özgürlük”ten bahsettiklerini bir kez daha sormak isteriz. 
Bu zemin kamu kurumlarında kadrolaşmayı içeren yöntemlerle de beslenmektedir. Kamu emekçilerinin mücadelesini etkisizleştirmede AKP'nin gölgesinde büyüyen sendikalara da önemli iş düşmektedir. Bugün kamu emekçileri mücadelesi üzerinde Memur-Sen’le devam eden bu kuşatma artarak sürdürülmekte, umut ve beklentileri istismar edilen milyonlarca kamu emekçisi resmen kandırılmaya devam edilmektedir.
12 Eylül’le birlikte sürdürülen Türk-İslam sentezi, Yeşil Kuşak Projeleri gibi toplumun dini-muhafazakarlıkla kuşatılması politikalarının ürünü olan ve bugün 12 Eylül’ü de aşan baskıcı ve otoriter sömürü ekseninde oluşan iktidarın yeniden üretilmesine araç olanların özgürlükten bahsetmeye hakkı yoktur. 
Gerçek bir özgürlüğün tanımı sınıflar mücadelesinden ve iktidar ilişkilerinden bağımsız tartışılamaz. Özgürlük mücadelesi, ezilenlerin, mağdur olanların hakları için sürdürdükleri mücadelenin ayrılmaz parçasıdır. Tarihin hiçbir dönemi, muktedirlerin özgürlüğü için mücadele eden ezilenleri yazmamıştır! 
Muktedirin mağduriyet yalanı gibi gerçek de tek ve kaçınılmazdır; onların özgürlük dedikleri, emekçilerin esaretinin ta kendisidir!  
Bugün gerçek bir özgürlük mücadelesinin asli unsurları muktedirler değil, muktedirlerin inşa ettiği düzende mağdur olan, hak ve özgürlük alanları giderek yok edilen sınıf mücadelesi verenlerdir.
Bugün mazlum kıyafetini üzerine giyerek, "özgürlük" kelimesinin arkasına sığınanlar, tarihte emekçilerin hak gasplarına imza atanlardan, sendikacılık hakları ellerinden alınırken alkış tutanlardan başkaları değillerdir!
Kadınların kaç çocuk doğuracağına, “kürtaj yaptıramayacağına” karar vermek isteyen zihniyetin Dünya tarihinde sarı sendikalarda dahi görülmemiş “emekçilerin birlik,  mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs’ta işveren temsilcileriyle, Çalışma Bakanı’yla kürsüye çıkanlar gerçek bir özgürlükten bahsedemezler.  Olsa olsa kanatları altında büyüdükleri iktidarın oyuncağı olurlar. 
Kamu emekçilerinin haklarını gasp etmeye ve yoksulluğu katmerleştirmeyi hedefleyen, adına “toplu sözleşme yasası” dedikleri 4688 sayılı yasanın tadilatı sürecinde Çalışma Bakanlığı’nda yapılan görüşmelerde “Konfederasyon ve Sendika MYK üyelerine en üst devlet memuru derecesinden emekli” olmak için yasal düzenleme yaptırmak isteyenleri tarih unutmayacak, mücadelenin asli unsuru olan emekçiler affetmeyecektir!
Toplu sözleşme döneminde antidemokratik ve oldu-bittiyle dayatılan yeni yasayla, hiçbir sendikal faaliyet yapmadan üye sayısını arttıranlar, milyonlarca kamu emekçisinin, emeklinin beklentilerini boşa çıkaran Kurul’un koltuk değnekliğini yapanlar; 
Emekçilerin alın teriyle kazanılmış haklarına saldırıların daha da katmerleşeceği önümüzdeki süreçte de hükümetle kolkola girenler, emeği değil-iktidarı ve gücü seçenler ;
Uluslararası sendikalar, ITUC ve ETUC tarafından dahi üyelik başvuruları ret edilen, siyasal iktidarın hegemonyasını arttırmak için uğraşmayı “sendikacılık” diye yutturmaya kalkanlar, hangi “özgürlüğü”  savunabilir ki? 
Bugün hukukun, insan haklarının ve sendikal hakların ayaklar altına alındığı, AKP’nin kendisi gibi düşünmeyen herkesin özgürlük hakkını, darbe dönemlerini aratmayan yöntemlerle saldırarak ellerinden aldığı baskıcı, zorbacı bu düzene ses çıkarmayanların,
Gerçek bir özgürlük hesaplaşmasından bahsedebilmeleri için, önce tarihleriyle hesaplaşması gerekmektedir. 
KESK olarak, tüm kamu emekçilerini haklarına, taleplerine ve geleceklerine sahip çıkmaya çağırıyor ve bir kez daha hatırlatıyoruz,
Kamu kurumlarında yaratılmaya çalışılan "tek tip, biat eden" emekçi tipine karşı mücadele etmek; insanların kültürel, dinsel kimliklerini öne çıkartarak bir arada eşit ve kardeşçe yaşamın önüne koyulan engellerle de mücadele etmek olacaktır.
Ezilenlerin ve emekçilerin birlikteliklerini dinsel simgeler üzerinden parçalamaya çalışanlara karşı eşitlikçi ve özgürlükçü bir zeminde gerçek bir laikliği savunmak, aynı zamanda toplumda gelişen muhafazakârlık ve gericiliğe karşı mücadelenin ilerici adımları olacaktır. 

                                                                                                          YÖNETİM KURULU



20 Mart 2013 Çarşamba

ATA SOYER'İ IŞIKLARA UĞURLADIK ACIMIZ BÜYÜK

00001
SAĞLIK  EMEKCİLERİ SENİ UNUTMAYACAK

KAMUSAL SOSYAL HİZMET KAMUSAL SOSYAL ADALET


BASINA VE KAMUOYUNA

 

Her yıl Mart ayının üçüncü Salı günü Dünya  Sosyal Hizmetler günü. Yani yoksulların, ezilenlerin, dışlananların, ötekileştirilenlerin, yaşlı, çocuk, engelli gibi dezavantajlı grupların, kısacası bugünkü toplumsal sistemde “itilmiş ve kakılmışlar” ile onlara “hizmet” vermeye çalışan emekçilerin günü. Eşitsizlikler ve baskılar üzerine kurulu bu sistemde; ya bir araya gelerek  sorun ve taleplerimizi haykırırız veya egemenlerin reva gördüğü methiyeleri dinlemekle yetiniriz.

Şairin dediği gibi ekini eken, ürünü deren, hizmeti veren, sorunları yaşayanların söyleyecek sözü, eyleyecek duruşu olmalı. Sözümüz sosyal hizmetleri, müracaatçısı ve hizmet sunan emekçileriyle  birlikte yaşadığı süreci açığa çıkarmakla başlamalı.

Dünyada olduğu gibi bu coğrafyada da toplumsal azınlığın zenginliği artarken, açlık sınırı altında yaşama tutunmaya çalışanların sayısı her geçen gün çoğalıyor.  Yoksullara ve dezavantajlı gruplara hizmet vermekle yükümlü bakanlık, ayda bir milyarlık yeni bakanlık binasının kirasını mülk sahibi zengine ödemekte bir sorun görmezken yardım yaptığı yoksul sayısındaki artışı başarı olarak gösterebiliyor. Yoksulluğun ortadan kaldırılması değil de yardımların sürdürülmesi hedefleniyor.  Yaşlı ve özürlü bakımı, ekonomik bir soruna indirgenerek bir yandan evde bakım adı altında ailelerinin sırtına yükleniyor, diğer taraftan ise özel teşebbüsün kar elde etmesinin aracı kılınıyor. Bakıma muhtaç hale düşmüş çocuk ve gençler,  toplumdan yalıtık merkezlerde(sevgi evleri) toplanarak ya hiçbir önlem alınmadan sorunlu aile ortamına veriliyor veya tarikat benzeri çevrelerin insafına bırakılıyor.  Sayıları ve sorunları giderek artan sokaktaki çocuklara bir çözüm üretilemiyor. Kadınlara yönelik şiddetin kaynaklarından biri olan aile kurumu çarenin başlıca adresi olarak gösteriliyor. Kadın sığınma evleri ise hem yetersiz , hem de adeta toplama kamplarını andırıyor. Kısacası sosyal hizmet, ihtiyaç gruplarının sorunlarını asgari düzeyde de olsa çözmek yerine, bu sorunları yönetmenin ve farklı amaçlar için istismar etmenin aracına dönüştürülmüş bulunuyor. Muhafazakar toplum inşası hedefine koşulan sosyal hizmet kurumları, plansız ve programsız bir biçimde değişikliklere gidiliyor ve gelecekleri belirsiz kılınan sosyal hizmet çalışanlara adeta mobing uygulanıyor.

Mevcut kamu kurumları içinde en dezavantajlı konumda sosyal hizmet çalışanları yer alıyor. Yoksul ve dezavantajlı toplum kesimlerine hizmet verdikleri için ekonomik ve sosyal hakları da müracaatçıları gibi kolayca göz ardı edilebiliyor. Diğer kamu kurumlarında kısmen de olsa uygulanan tazminat, fazla mesai, yıpranma payı gibi yanödemelerden yararlanmadıkları gibi herhangi sosyal hakları da bulunmuyor. Her sektörde olduğu üzere sosyal hizmet çalışanları da kararname ve taşeronlaştırma marifetiyle farklı statülere bölünerek yoğun bir iç rekabete sürüklenmiş durumda. Bununla da yetinilmemiş, çıkarılan yönetmeliklerle de çalışanların meslek sorumlulukları ve işlevleri belirsizleştirilerek çalışanlar arasında yıpratıcı çatışmalar yaratılmıştır.

Sosyal hizmet emekçileri büyük bir özveriyle birçok kamu çalışanının bile kaldıramayacağı ağır sorumlulukları, sınırlı olanaklarla gece gündüz demeden müracatçılara hizmet vermektedir.

Sosyal hizmet alanında müracaatçılar ile çalışanların yaşadığı yoğun sorunların içinde bulunduğu bu tablo bir kader değildir. Bu günde sosyal hizmet çalışanları, özgün sorunlarını çözme çabasını sendikal örgütlerinde birleştirdikleri, birlikte pek çok şeyi başarabileceklerini bilince çıkardıkları ölçüde kurtuluşlarına yakınlaşmış olacaklardır.

 Sosyal hizmet çalışanları; özlük ve ekonomik haklarındaki kayıpları, idarecilerin içine sürüklemeye çalıştıkları rekabeti, sendikalarımızda örgütlenerek ve ortak çıkarları etrafında mücadeleyi yükselterek engel olacaklardır. Bu sebeple Öncelikli talepleri arasında;

       Taşeronlaştırmaya bir an önce son verilmesi, kadrolu ve güvenceli iş ortamının sağlanması,

       Emekliliğe yansıtılmayan tüm ek ödeme ve göstergelerin emekliliğe yansıtılması,

     Sendikamız üyeleri ve sosyal hizmet emekçileri üzerindeki baskılara bir an önce son verilmesi,

       Irk, renk, cinsiyet, din ve siyasi görüş, ulusal soy veya sosyal köken ayrımı gözetmeksizin sosyal hizmetlerin herkese eşit ücretsiz verilmesi,

     Sosyal hizmetlerin ve sosyal yardımların yeniden yapılandırılması sürecinde sendikamızın ve meslek örgütlerinin görüş ve önerilerinin alınması,

    Başta ücret adaletsizliği olmak üzere hak kayıplarımızın ve özlük haklarımızdaki düzenlemelerin yapılması,

     Yapılan düzenlemelerle disiplinler arasındaki eş güdümün sağlanması, mesleki uygulama alanlarına saygı duyulması,

      Herkese ulaşılabilir, ücretsiz, nitelikli ana dilinde kamusal sosyal hizmetin yasal güvenceye kavuşturulmasını istiyoruz.

Sosyal hizmetlerdeki uygulamalar bir ülkenin geleceğinin aynasıdır. Sağlık ve Sosyal Hizmet emekçileri olarak geleceğimizin karartılmaması için, emeğimizin karşılığını almak için, ulaşılabilir ücretsiz kamusal ve insan onuruna yaraşır bir sosyal hizmet için mücadelemiz sürecektir.

 

YAŞASIN ÖRGÜTLÜ MÜCADELEMİZ

SADAKA DEĞİL SOSYAL HİZMET TAZMİNATI

SOSYAL HİZMET LÜTUF DEĞİL BİR HAKTIR.

EŞİT ,NİTELİKLİ,ULAŞILABİLİR  KAMUSAL SOSYAL HİZMET.

 

18 Mart 2013 Pazartesi

SAĞLIKCILAR BAYRAM DEĞİL EYLEM YAPTILAR


BİR 14 MART DAHA DÜŞ KIRIKLIĞI VE ÖFKE İÇİNDE “KUTLANMAKTADIR”

 

            Duymayan kulağa, görmezden gelen göze, her geçen gün yükselen sesimize karşı bir şey söylemeyenler için; körler, sağırlar ve dilsizleri; üç maymunu oynayanlara kendimizi, yedi yüz bin sağlık çalışanını bir kez daha hatırlatmak için buradayız.

 

            On yılı aşkın süredir halkın ve bizim; Hekiminden Hemşiresine-Ebesine, Sağlık teknisyeninden Sosyal hizmet uzmanına, Taşeron Çalıştırılandan Kadroluya; tüm Sağlık ve Sosyal hizmet çalışanının sağlığıyla oynanıyor.

 

            On yılı aşkın süredir adına "Sağlıkta Dönüşüm Programı" denen yeni bir sistemle yaşıyoruz. Neler oldu bu on yılda?

 

            Sağlıkta TAŞERON sayısı onbin’lerden,  yüzbin’lere çıktı, yüz kırk bine dayandı. Sosyal Hizmet alanında Taşeron sayısı, kadrolu çalışanı geçti.

 

             Sağlık Çalışanları'nın iş ve işyeri güvencesi yok olmaya doğru gidiyor, bu güvence yalnızca mevzuatta kaldı.

 

            Bu on yılın son yarısında, hizmeti birlikte verdiğimiz değişik mesleklerdeki bileşenleri olan biz sağlık çalışanlarını bölen, parçalayan, birbirimizle rekabete sürükleyen, bizi bize düşman ederek iş barışını bozan, sağlık çalışanını işini yaparken baskısı altına alan, her ay farklı ödenen, ödenip ödenmeyeceği de belirsiz, geleceğimize, emekliliğimize yansımadan "PERFORMANS" uygulamasıyla yaşıyoruz.


            Hepimizin mesleği değersizleşti, görev tanımlarımız ve sınırları değişti, her işi yapar olduk.
            On yılda, onlarca arkadaşımızı kurban verdik: Ya şiddete, ya iş kazasına ya da meslek hastalığına. Saldırı ve şiddet sonucu yaralananların sayısını bilmiyoruz, unuttuk.

 

            On yılda poliklinik sayısı üç kat, ameliyat sayısı dört kat arttı, artan bu yükün altından kalkmaya, halka nitelikli bir hizmet vermeye çalıştık.

 
            Bu programdan yalnız biz değil, hizmet verdiğimiz insanlar da etkilendi: Hizmete ulaşmak için yoğun çaba harcadılar,  harcıyorlar. Bu on yılın son yarısında da,  her kademede katkı, katılım payı ve ilave ücretler ödeyerek, bazen hayati ilaçlara ulaşmak için daha fazla ücretler, bazen de eşdeğer ilaç farkı, özetle aldıkları hizmetin neredeyse yarı parasını cepten ödeyerek hizmet alabilecek duruma getirildi ve bu ödemeler giderek artıyor. Son on yılda sağlık için yapılan cepten harcamalar dört katına çıktı.
            Sağlık hak olmaktan çıkarıldı, “Paran Kadar Sağlık” dönemi yaşanıyor. Biz sağlık çalışanları, iş ve işyeri güvencesi, ücret güvencesi, gelecek güvencesi ve can güvenliği olmadan çalışmaya, yoğun çalışmaya mahkum edildik.

 


            On yılı aşkın süredir bu gelişmelere karşı uyarılarımızı yapıyor, mücadele yürütüyoruz. Bu 14 Mart'ta da 14 Acil talebimizi ilettik, kamuoyu ile paylaştık, hep yanıt bekledik. Ama görüyoruz ki hükümet sağlıktaki bu devasa sorunları çözmeye değil, kendi bildiği, doğru bildiği yolda yürümeye kararlı.

 

            Biz de kararlıyız, her zaman olduğu gibi kararlıyız, mücadelemizi sürdürmeye kararlıyız. Önce 14 Acil Talebimizin karşılanması için mücadele etmeye, ama sağlığı hak olmaktan çıkaran, paran kadar sağlık dönemini getiren, çalışanları köleleştiren “Sağlıkta Dönüşüm Programı”na karşı sonuna kadar mücadele etmeye kararlıyız. Bu amaçla önümüzdeki günlerde sağlık alanındaki tüm emek ve meslek örgütleriyle, sağlık hakkına sahip çıkan tüm kesimlerle birlikte mücadele için alanlarda olacağız.

 
 


SES MANİSA ŞUBESİ                                                                                     MANİSA TABİP ODASI