28 Haziran 2013 Cuma

CADI AVINA SON VERİLSİN



                                                                     BASINA VE KAMUOYUNA                                                                          
Tüm demokratik hak ve özgürlük taleplerinin, yaşama alanlarımız, doğayı koruma taleplerimiz polis şiddetiyle bastırılmaya çalışıldığı zor günlerden geçiyoruz. AKP Hükümeti ve Başbakanın emriyle bu saldırılar hayatımıza kastedecek hale geldi ve gittikçe yaygınlaştırılıyor.
Ülkemizde ölümler, kayıplar, acılar, adaletsizlikler kol geziyor. Ülke şiddet sarmalına alındı. Hitler faşizminde bile bu kadar gaz kullanılmamıştır. İnsanlar artık alanlara çıkıp sorunlarını kamuoyuyla paylaştığında şiddet görüyor, gözaltına alınıyor.
Ağacına, parkına, yaşam tarzına sahip çıkan halkın haftalardır sürdürdüğü Gezi Parkı Direnişi’ni başından itibaren zorbalıkla kırma çabasında olan AKP, kimyasal gazla geriletemediği, polis şiddetiyle ezemediği, türlü hile ve provokasyonla bölemediği halkın direnişini, şimdi de hukuksuzca başlattığı “cadı avıyla” sürdürmekte, susmayan ve direnen halka gözdağı vermektedir.
Her şey ortada; polis hedef gözeterek 11 kişinin gözünü çıkartmış, 4 insan ölmüş; sadece göstericilerin değil, evinde oturan insanların üzerine, revirlere, hastanelere kadar hem gaz hem de zehirli su sıktırtmıştır.
Başbakanın bir yandan, arkamdaki yüzde elliyi sokağa salar hepinizi linç ettirtirim diye insanları tehdit ve iç savaş kışkırtıcılığı yapıyor. Yetmiyor, yandaşlarına polisin bundan sonra daha da fazla güç kullanacağı müjdesini veriyor. Onlar da ellerinde satır, çivili sopa saldırıyorlar kadın çocuk demeden insanlara, parklara, binalara; bu arada bir cadı avı da başlıyor ve savcılar çoluk çocuk her göstericiyi darbecilikle suçluyor.
Oysa darbe çoktan gerçekleştirilmiştir: Tek bir adam istediği an istediği yasayı askıya alıyor, yargıya talimat veriyor, ülkeyi fiilen savaşa taraf ediyor, olağanüstü hâl ve sıkıyönetim uygulamasına gidebiliyor.
Bugüne kadar sayıları binlerle ifade edilen gözaltılar, şimdi ev baskınlarıyla yine AKP’nin sindirme operasyonuna dönüşmektedir.
AKP, Türkiye`nin dört bir yanında ilan ettiği olağanüstü hal uygulamasında yeni kozlarını çıkararak tehditler yağdırmaya devam ediyor. Polis, günlerdir sabah erken saatlerde Ankara, İstanbul ve Eskişehir başta olmak üzere birçok ilde çok sayıda adrese baskın düzenleyerek yüzlerce insanı gözaltına aldı. Bununla da yetinmeyerek "# duran adam " ve "# duran kadın " duyurularıyla yaygınlaşan pasif direniş biçimleri de gözaltı düzeninden nasibini almıştır.
KESK olarak öncelikle belirtmek isteriz ki, söz konusu baskınlar ve gözaltılarla, Türkiye halkının günlerdir süren ortak mücadelesini bölemeyecek ve kendinizce suç odakları yaratamayacaksınız. AKP` nin suçlu yaratmaktaki ustalık dönemine yakından tanıklık edenler olarak biliyoruz ki "yalancının mumu" çoktan söndü!
Yıllar içinde adım adım yaratılan korku imparatorluğunun, meydanlara mühürlenen mücadele kararlılığı ve direnişin gücünü AKP ‘nin gerçek yüzünü ortaya çıkarmıştır. AKP ve Başbakan artık kimseyi yalnızlaştıramayacağını ve "marjinalleştiremeyeceğini " aklının bir yerine kazımalıdır! Unutulmamalıdır ki asıl baskı, sindirme ve yok etme gibi faşizan tekniklerin üzerine iktidarını kurumsallaştıranlar  " MARJİNAL "dir. Çünkü bu tahakküm biçiminin adı FAŞİZMDİR!
Tepeden tırnağa adaletsiz, haksız, hukuksuz, baskıcı sömürü düzeninde diktatörlük hevesiyle kendi halkına karşı insanlık suçu işlemekten çekinmeyen AKP’nin, Anayasa ve hukuku hiçe sayarak toplumsal muhalefeti sindirmeye, 'terörize' etmeye dönük bu saldırılara karşı asla sessiz kalmayacağız!

KESK olarak cadı avına başlayan, daha yitirilen canların ve binlerce yaralının hesabını vermeyen, polisin müdahale gücünü daha da artıracağını söyleyen AKP`yi bir kez daha uyarıyoruz! Gözaltılar derhal durdurulmalıdır! Gözaltına alınanlar derhal serbest bırakılmalıdır! Eğer bir hesap sorulacaksa, bu hesap devlet terörü sonucu yitirilen canların ve binlerce yaralının hesabı olacaktır.
Artık tüm dünya kamuoyunun da kınadığı bu zorbalığınıza son verin, operasyonları ve polis saldırılarını derhal durdurun;
Hukuku ve insan haklarını ayaklar altına alarak gözaltına aldığınız tüm yurttaşlarımızı ve sendikacı arkadaşlarımızı serbest bırakın!
Başta başbakan olmak üzere hükümeti bir kez daha uyarıyoruz. Halka karşı sürdürdüğü polis şiddetinden, adeta bir savaş diline dönüşen nefret söylemlerinden biran önce vazgeçin.
Yüz Binlerce İnsanı Gözaltına Alabileceğinizi mi sanıyorsunuz? Bu Cadı Avı Derhal Durdurulmalıdır!
Yeter artık…
Milyonlar adalet, özgürlük, insanca yaşam ve demokrasi istiyor!

                                                  Remzi ŞİRİN                             
                           KESK ŞUBELER PLATFORMU
                                                                  ADINA   DÖNEM  SÖZCÜSÜ                                                                                                                                                                                      



22 Haziran 2013 Cumartesi

GÖZALTINA ALINAN SAĞLIKÇILAR DERHAL SERBEST BIRAKILMALIDIR…




20 gündür süren “Taksim Gezi Parkı Direnişi” ile simgeleşen halk direnişi hükümet tarafından Tazyikli su, Gaz, Jop ve Plastik Mermi kullanılarak Ankara ve İstanbul’da çok sayıda kişi gözaltına alınmıştır. Demokratik tepkilerini ortaya koyan genç, yaşlı, kadın, çocuk herkese vahşice saldırılmış, bugüne kadar dört kişi hayatını kaybetmiş, onlarca kişi ağır olmak üzere binlerce kişi yaralanmıştır.
Her durumda, her zaman ve her yerde görevi sağlık Hizmeti vermek olan Sağlık Bakanlığı bu süreçte, tıpkı deprem ve sel gibi olağan dışı durumlarda olduğu gibi acil sağlık hizmetini verememiş, hükümetin politikaları doğrultusunda direnişçilerden yaralananlara hizmet verilmesini engellemeye çalışarak sağlık hizmetini veren çalışanları gözaltına almıştır.
Başta Sendikamız SES olmak üzere, TTB, THD, sağlık öğrencileri ve sağlık alanındaki tüm emek ve meslek örgütlerinin çabasıyla direniş alanlarında kurulan Seyyar Revirlerde acil sağlık hizmeti verilmeye çalışılmıştır. Yapılan bu çalışmayı hükümet, kendi politikalarına saldırı ve onların yetersizliğini açığa çıkaracak bir uygulama olarak görmüş, acil sağlık hizmetini veren sağlık çalışanlarının kurduğu revirlere saldırarak sağlık hizmetini sunanların bir kısmını gözaltına almış ve kurulan seyyar revirler ortadan kaldırmıştır. Bu da yetmezmiş gibi, sağlık çalışanlarını itibarsızlaştırmak için sağlık hizmetini sunan sağlıkçıları nöbette görevinin başında ve sokakta kamuoyunun gözü önünde gözaltına almışlardır. Bunun en bariz örneği sendikamız üyesi Narin DURU 112 Acil Sağlık Hizmetinin Komuta Merkezinde görevinin başında iken gözaltına alınmıştır.
İstanbul Gezi Parkı Direnişi alanında seyyar revirlerde sağlık hizmeti vermeleri nedeniyle çalışan; Dr. Savaş ÇÖMLEK, Hemşireler: Narin DURU, Esra FİDAN, Nazlıhan ÖZDAMAR ve Şehri YAĞCIKARA’nın hukuksuz bir biçimde gözaltına alınmaları kabul edilemez.
Sağlık Bakanlığı’nın asli görevi olan ve herkese eşit bir biçimde acil sağlık hizmetini vermeye çağırıyor, başta gözaltına alınan sağlık çalışanları olmak üzere tüm gözaltına alınan direnişçilerin derhal serbest bırakılmaları için sürecin takipçisi olacağımız bilinmelidir.
                                                                                             
                                                                             MERKEZ YÖNETİM KURULU

MEMUR-SENE CEVABIMIZ



KESK, DİSK, TMMOB, TTB VE TDB ortak kararı ile Taksim Gezi Parkı’na vahşice saldırılarak 15 Haziran 2013 günü boşaltılması, Taksim ve çevresinde polis terörü estirilmesi, İstanbul’da adeta sıkıyönetim ilan edilmesi üzerine alınan bir günlük destek grevi ve eylem kararı; hükümet politikalarına yandaşlığı pekiştirme görevi gereği, üstüne vazife olmayan bazı örgütlerce eleştirilmiş, eleştiriden öte “Halk’tan Yana” olan bu tutum “Halk’a İhanet” olarak nitelendirilerek saldırılmıştır.
Günlerdir “Taksim Gezi Parkı Direnişi” ile simgeleşen, aslında AKP Hükümeti’nin 10 yıllık politikalarına karşı halkın tepkisi anlamına gelen eylemler tüm dünyanın gözü önünde cereyan etmekte ve eylemlere, genç-yaşlı, çoluk-çocuk, kadın-erkek, halktan herkesim katılmıştır.
Buna karşılık hükümetin “korku” ve “telaş” içinde demokratik tepkilerini ortaya koyan halkın üzerine kolluk güçlerini pervasızca saldırdığı, 20 günü aşkın süredir her gün yaşadığımız bir gerçektir.
Kadın-erkek, genç-yaşlı, anne-çocuk ayırmadan, açık-kapalı alan farkı gözetmeden, otel, pastane, seyyar revirler, hastane dahil her yere içinde yakıcı kimyasal olan tazyikli sular sıkılarak, sağlığa zararlı ve öldürücü olduğu artık herkesçe bilinen kimyasal gaz sıkarak, plastik ve gerçek mermi kullanarak halka saldırılmaktadır. Bu saldırılara uğrayanlar “Halk” değil midir?
Sözde Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçilerini temsil ettiğini iddia edenler görevleri emekçilerin haklarını savunmak, hakları için mücadele etmek olan bir örgüt olması gerekirken, emek ve emekçiye düşman, emekçilere karşı politikalarla haklarını birer birer ortadan kaldıran hükümetin reklamını yapmışlardır. 
Sağlık alanında güdümlü örgütlü ve adına “sendika” diyen bir yapının son süreçte yaşanan olaylarda, pervasızca saldıranlardan yana olmak yerine, 4 kişinin hayatını kaybettiği, onlarca insanın hala yaşam mücadelesi verdiği ve sakat kaldığı, binlerin yaralandığı, yüzlerle ifade edilecek göz altıların yaşandığı, sağlığa zararı kanıtlanmış kimyasallarla halkın üzerine, üstelik hiçbir ayırım yapılmaksızın saldırılara karşı çıkmak değil midir?
Adına “sendika” diyen örgüt; demokratik ve barışçıl bir mücadele yoluyla talepleri için bu eylemleri yapan gençlere, kadınlara, çocuklara, yazar-sanatçı-öğretim üyesi-doktor-hemşire… Tüm halka saldıran uygulamalara karşı çıkmayı, bu vahşice saldırıların durması için emekçilerin grev kararı alması ve alana çıkmasını  “Halk’a İhanet” olarak nitelendirmektedir. Bu da yetmezmiş gibi sendikamızı ve konfederasyonumuzu 28 Şubat zihniyetiyle eşdeğer görmeleri sadece bize değil Türkiye emek ve demokrasi mücadelesine katkı sunmuş tüm kesimlere de hakarettir. Sendikamız ve konfederasyonumuz 23-24 yıllık mücadelesinde; yüzlerce faili meçhul cinayetle, yüz binlerce soruşturma, binlerce sürgün, binlerce gözaltı ve yüzlerce tutuklamaya maruz kalarak örgütlenme hakkını elde etmiştir. Bu gün sözde bile olsa bu çevrelerin sendika adı altında örgütlenebiliyor olmaları KESK’in bedel ödeyerek açmış olduğu bu kanal sayesindedir. Bu nedenle demokrasiye yaklaşımımızı ve mücadele pratiğimizi sorgulamak “muktedir sahiplerinin sesi” o dönemde ses çıkarmamış olan bu güdümlü örgütlerin haddi değildir.
Belli ki bu sözde sendika,  hükümetin kendi seçmeninin dışında kalanları saymadığı gibi, bu muhalif toplulukları halktan saymamaktadır. Üstelik bu yapı, işi daha da ilerleterek yandaşlığını pekiştirme gereği duymakta, hükümetin uyguladığı emek karşıtı politikalar ve bu olaylardan dolayı neredeyse kutlamaktadır.
Adına sendika diyen bir örgütün sendikamız hakkında yaptığı bu açıklamaları talihsizlik olarak değerlendirmiyoruz. Çünkü bu yaklaşımın “sahiplerinin sesi açıklamalar” olduğunu biliyoruz.
Asıl ihanet; emek ve emekçiye düşman, uyguladığı politikalarla emekçileri daha da yoksullaştıran, iş güvencesini ortadan kaldırarak esnek-kuralsız çalışmayı, taşeron eliyle kölece çalıştırmayı neredeyse kural haline getiren bir hükümetin politikalarını üstüne vazifeymiş gibi savunmak değil midir?
Asıl ihanet; halkın ödediği vergilerle maaş alan emekçileri halkın taleplerine duyarsız hale getirerek, halk ve emekçileri ayrıştıran yaklaşımdadır.
Yoksa toplumun her alanına müdahale eden, kaç çocuk  doğurulacağından, nasıl doğum yapılacağına, nasıl makyaj yapacağına, hangi yaşta okula başlanacağından, okulda hangi derslerin seçileceğine, ne içileceğine, hangi inanca sahip olunacağına kadar her şeyi belirleme hakkını kendinde gören baskıcı-otoriter bir politikaya karşı, demokratik ve barışçıl bir şekilde eylem yapanların eylemlerini terörize eden uygulamalara karşı destek olmak “sahibinin sesi” olmaktan başka ne ile ifade edilebilir?
Bu soruların cevabını önce Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri, sonra da halkımıza bırakıyor; adına sendika diyen örgütü, üstüne vazife olmayan işleri bırakıp, asli görevi olan emekçiler ve halkı için mücadele görevini yerine getirmeye çağırıyoruz.  19 Haziran 2013

MERKEZ YÖNETİM KURULU


11 Haziran 2013 Salı

BU ZORBALIĞA KARŞI TEK YOL DİRENİŞİ BÜYÜTMEKTİR.




Bu Zorbalığa Karşı Tek Yol Direnişi Büyütmektir!

11 yıldır ülkede hüküm süren AKP’nin zulüm ve baskı düzenine karşı birleşenlerin, tüm farklılıklarına rağmen birarada, Türkiye’nin dört bir yanına dalga dalga yayılan direnişini biber gazıyla, polis şiddetiyle, idari tehditlerle sindiremeyeceğini anlayan AKP iktidarı yeni tezgahlar kurmanın peşindedir.
Bugün sabah saatlerinde Taksim’de yaşanan provokasyon, Taksim Gezi Parkı direnişiyle eşitlik, özgürlük ve demokrasi mücadelesinde kenetlenen milyonları bölmenin adeta bir provası biçiminde yaşanmaya devam etmektedir.
Bir yandan Gezi Parkı‘nın yağmalanmasına karşı başlayan eylemler, diğer bir yandan bu eylemlerin yıkım ve talanla, baskı ve şiddetle bezenmiş AKP’nin tek adam diktasına doğru yönelen yeni rejimine karşı yaygınlaşan halk direnişi, ülkemizin her yerinde kararlılıkla sürdürülmektedir.  
AKP iktidarının yıllardır uyguladığı baskı ve sömürü dayatmalarına karşı halkın biriktirdiği öfke ve isyan, mahallelerde ve kentlerin meydanlarında demokratik hak ve talepler çerçevesinde giderek büyümeye devam eden bir direnişe dönüşmüştür.
Gezi parkına sahip çıkmak isteyenlere, sokaklarda demokratik haklarını kullanarak tamamen barışçıl eylemler gerçekleştirenlere karşı uygulanan devlet terörü ise, yıllardır haksızlık ve hukuksuzlukla kuşatılanlar için bardağı taşıran son damla olmuştur. Halkımızın kendi söz ve eylemine karşı gösterilen tahammülsüzlüğün boyutları, şu ana kadar 3 yurttaşımızın katledildiği, 48’i ağır olmak üzere 5 bine yakın yurttaşımız yaralandığı ve binlerce insanın gözaltına alındığı polis şiddetiyle kendini göstermektedir.
Sokaklarda kontrolsüzce halkın üzerine panzerlerle, zehirli gazlarla saldırılmasının; binlerce polisi ve savaş uçaklarına varan araçlarıyla kentlerde bir sıkıyönetim havası yaratmaya çalışılmasının tek bir neden vardır: KORKU!
Korkuyorlar, çünkü halkın mücadelesi önünde hiçbir gücün kalamayacağını biliyorlar. Çünkü emeğe, yaşam hakkına, ifade özgürlüğüne, doğaya, sanata, kadına karşı yürütülen gerici ve piyasacı saldırılar karşısında halkın başka bir gelecek mücadelesi, eşitlik, özgürlük ve demokratik bir Türkiye ufkuyla büyümektedir.  Ve bu ufukta zalimlere, kendi halkına zulmedenlere, baskı ve şiddetle sömürenlere yer yoktur.
Tüm ülkenin başbakanı olduğunu iddia eden Erdoğan’ın ise; sarf ettiği her kelimede kin, nefret saçmaya devam etmesi ibret vericidir. Otobüslerle, 4 saat uzatılan metro seferleriyle havaalanına taşınan bindirilmiş kıtaların “yol ver geçelim, Taksim’i ezelim” , “azınlık şaşırma sabrımızı taşırma’ gibi toplumun farklı kesimlerini karşı karşıya getirmeyi hedefleyen sloganlarını sonsuz hoşgörüyle karşılayan Erdoğan, ‘ileri demokrasi’ demagojisinin iflas bayrağını çekmiştir.
Giderek sertleşen üslubuyla toplumu geren, kin ve düşmanlık duyguları üzerinden karşı karşıya getirmeye çalışan başbakan Erdoğan provokasyonlarına derhal son vermelidir.
Halkla inatlaşmaktan vazgeçmeli, halkı tehdit ettiği, aşağıladığı ifadeleri için halktan özür dilemelidir.
Direnişin 15. gününde (bugün) halkın demokratik taleplerini karşılamak yerine binlerce çevik polisi ve onlarca TOMA’sıyla halka saldırmak için Taksim meydanına girmeyi seçen Başbakanın iflah olmaz diktatör tutumunda yeni bir aşamaya geçmeyi seçtiği görülmektedir. Sabah saatlerinde Taksim’e yapılan operasyon ve ardından Başbakan’ın halka yönelik “haddini bildiririz” ifadelerinin yer aldığı konuşması, aynı diktatör tutumun devam ettiğini göstermektedir.
Ve yine aynı konuşmada Başbakanın “devletin karşısında boyun eğmelidir” dediği halka yönelik aşağılama ve karalama çabaları da sürmektedir.
Kendisini uyarıyoruz; boynunu eğmesi gereken halk değil, bu halkın taleplerini uygulamakla görevli olan devletin kendisidir.
Bu halk, direnişini talepleri karşılanana kadar sürdürmeye kararlıdır. KESK olarak, bu zorbalığa karşı örgütlü gücümüzle eşit, özgür ve demokratik bir Türkiye mücadelesinin içinde olmaya devam edeceğimizi bir kez daha ifade ediyoruz.
Taleplerin bir an önce karşılanması için diyaloglar derhal başlatılmalıdır. Bu diyalogların, hükümetin bugün öne sürdüğü gibi “yukarıdan oluşturulmuş bir heyetle” sürdürülmesi mümkün değildir. Halkı temsil etmekten uzak, direnişin içinde yer almamış sadece iktidara yakınlığı ile bilinen isimlerle kurulan diyalog meşru değildir, çözüme dönük bir niyet taşımamaktadır.
Hükümeti samimi olmaya ve gerçek bir adım atmaya çağırıyoruz:
Halkın üzerine şiddet saçan polislerinizi, TOMA’larınızı artık geri çekin!
Halkın onurlu mücadelesini küçümseyen ve aşağılayıcı nitelikte olan ifadelerinizi için halktan özürdileyin!
Demokratik taleplerimizin karşılanması için diyalog çağrımıza kulak verin ve Gezi Parkı’na sahip çıkılmasında başından beri insiyatif alan, örgütlerimizin de yer aldığı Taksim Dayanışması ile görüşmeleri bir an önce başlatın!
Başbakana ve tüm demokrasi düşmanlarına bir kez daha hatırlatıyoruz!
HALKIN MÜCADELESİ ÖNÜNDE HİÇBİR GÜÇ AYAKTA KALAMAZ!
                                                       ALİ GÖK
                    MANİSA KESK ŞUBELER PLATFORMU ADINA