11 Kasım 2013 Pazartesi

KADINA ŞİDDETE GEÇİT VERMEYECEĞİZ.


 

Kadın bedenine saldırıların ve kadına yönelik şiddetin her geçen gün arttığı bir dönem yaşıyoruz. Hemen hergün katledilen, şiddete maruz kalan biz kadınlar bedenimiz ve yaşam tarzımız üzerinden AKP iktidarının yeni saldırılarıyla karşı karşıya bırakılıyoruz. Erkek egemenliğinin bütün sömürü ilişkilerini sonuna kadar topluma dayatan AKP iktidarı, kadına ve kadın bedenine yönelik saldırıları hergeçen gün kutsallaştırıyor. Farklılıklara, farklı yaşam tarz ve alanlarına yönelik tahammülsüzlük yeni uygulamalarla artarak devam ediyor.  

 

25 KASIM KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE ULUSLARARASI MÜCADELE günü yaklaşırken,Biz KESK’li kadınlar,  iktidarın bedenimizin, kimliğimizin, yaşam tarzımızın, emeğimizin ve varoluşumuzun sınırlarını belirlemeye çalışmak yoluyla, kadınlığımız üzerinde sürekli bir denetim kurmak istemesini kabul etmiyoruz.

Her fırsatta eteğimizin boyundan saçımıza; çalıştığımız işten; hangi zamanda nerelerde ve nasıl bulunabileceğimize, gittiğimiz yerlere kadar yaşamımızın her alanını siyaset malzemesi yapmaktan çekinmeyenler, şimdi de evlerimizi kiminle paylaşacağımız hakkında söz sahibi olduklarını sanmakta; evlerimize burunlarını sokmaya cüret etmekteler.

 

Devlet aklı kadını üç-beş çocuk doğurmasını buyurarak, kürtaj olmasını engelleyerek annelik görevini yerine getirmek üzere evine hapsediyor. Normların dışına çıkmadığı sürece “annelik”i kadınlığın tek var olma imkânı olarak işaretliyor. Aynı akıl hamileliğin görünürlüğünden duyduğu rahatsızlığı dile getirmekle kalmıyor; şimdi de kadın ve erkeğin yan yana bulunabilmesinin koşullarını izaha girişiyor.

Son birkaç aydır, akıl almaz bir üslup ve cesaretle seslendirilen cinsiyetçi söylemlerle “kadınlık halleri”nden kabul etmediklerini hedef gösteren hükümet, şimdi de ulu-orta kız ve erkeklerin aynı evlerde kaldığına dair ihbarlardan bahsetmektedir. Bu ihbarların valilikler ve emniyet teşkilatınca değerlendirileceğini beyan ederek öğrenci evlerini dikizlenmenin meşru zeminini oluşturmaya çalışmaktadır. Bu aynı zamanda ülkeyi yönetenlerin, kendi “namus” anlayışlarını temel alarak, kendilerini bir “ahlaklılık” söyleminin sahibi ilan etmelerinin bir yoludur. Bu yolla, bu tür söylemlere karşı duranlar “ahlaksız,” söylemi kabul edenler “ahlaklı” ilan edilmektedir: AKP ahlak söylemi üzerinden yarattığı bir kutuplaşmanın yol açtığı bu çatışmayla iktidarını beslemeye çalışmaktadır.     

Kadınlarla erkeklerin eşit olamayacağını savunan, tecavüze uğrayana “Doğur, devlet bakar” diyen, kız çocuklarının istismarını “Rızası vardı” diye görmezden gelen, şiddete uğradığımızda öldürüldüğümüzde faillere tahrik indirimi yapan, kadınlar iş aradığı için ”işsizlik artıyor” diyen zihniyet, bugün bu ülkenin geleceği üniversite öğrencilerinin evlerini “kızlı-erkekli kalıyorlar, rahatsızız” diyerek gözetlemektedir.

Biz kadınlar yakından biliyoruz ki; AKP hükümetinin rahatsızlık duyduğunu ayan beyan dile getirdiği her durum mahalle baskısı, gözaltı, tutukluma ve linç kampanyalarına dönüşmektedir.

Tüm tolumda ve yansıması olarak kamuda cinsiyetçi, piyasacı, muhafazakâr ve otoriter ideolojisini dayatmakta olan AKP iktidarı, yaşamlarımızı hedef alan politikalarla, yaşam biçimlerinin ve kimliklerin sınırlarını çizmekte; kendisi gibi olmayanları baskı altına almaktan çekinmemektedir. Dün kürtaj hakkımızı elimizden almaya çalışırken, bugün 18 yaşını doldurmuş, oy kullanan üniversitelilerin barınma sorununu çözmek için yurt yapmak yerine ihbarcı vatandaşlar yaratmaya çalışmaktadır.

Unutulmamalıdır ki üniversiteler demokrasinin, bilimin ve özgürlüklerin mekânıdır. Öğrencilere dönük her müdahale toplumu daha fazla kutuplaştırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Bu sonu gelmez baskı politikaları altında en fazla ayrımcılığa uğrayan, aşağılanan, denetim altına alınmak istenenler kadınlar olmaktadır. Bizim üniversitelerde, sokaklarda, iş yerlerimizde eşit haklarla birlikte görünür olma mücadelemiz iktidarın en büyük korkusudur. Bu yüzden her seferinde aile içinde olmamız öğütlenmekte, kiminle, nasıl yaşayacağımıza karışılmaktadır. Bizi ev dışında görmeye tahammül edemeyenler evlerimizde de kiminle yaşayacağımızı belirlemeye kalkışmaktadır. Bu haddini bilmezliktir. Aymazlıktır. Yaşam tarzına müdahaledir. Utanmadan ebeveynlere çağrı yapılmakta, komşular ihbarcı olmaya, ev sahipleri öğrencilere ev kiralamamaya çağrılmaktadır. Bunlara ve bu tür bir siyasete sessiz kalmak, ayrımcılığa davetiye çıkarmak; dini politikaya alet eden yaklaşımı ve piyasacı, cinsiyetçi ve ırkçı politikalarıyla AKP’nin yaşamlarımızın her alanını inşa etmeye kalkışma projesine onay vermek demektir.

Gezi Parkı’nda, savaş karşıtı mücadelede, emek hakkı ve kadının eşitliği ve özgürlüğü mücadelesinde olduğu gibi, yıllardır yoldaşlarıyla, arkadaşlarıyla, kardeşleriyle, anneleriyle, çocuklarıyla alanlara çıkan biz kadınlar, kararlılığımızla ve örgütlülüğümüzden aldığımız güçle yaşamlarımızın sınırlarını belirlemeye cüret eden eril zihniyete karşı sesimizi yükseltiyoruz.

Kadın, erkek, LGBT'li bireyler olarak yıllardır sürdürmekte olduğumuz demokrasi, emek ve özgürlükler mücadelemizin içinden sesleniyoruz: Nerede, nasıl yaşayacağımızı sizden öğrenecek değiliz!

Öngöremediğiniz ve sınırlarına müdahale edemeyeceğiniz zenginlikte yaşıyor ve çoğullukta var oluyoruz; gözünüzü diktiğiniz evlerimizde olduğu gibi, işyerlerimizde ve sokaklarda, erkek egemen zihniyete karşı mücadelemize devam edeceğiz.

 

 25 kasım kadına yönelik şiddetle uluslararası mücadele günü kapsamında ses manisa şube kadın komisyonu olarak 14 kasım 2013 Perşembe günü bir film gösterimi ve 20 kasım 2013 çarşambe günü kadına yönelik şiddet ve toplumsal cinsiyet konulu bir panel organize ettik.Buradan sizlerin aracılığıyla manisadaki tüm kadınları etkinliklerimize destek vermeye davet ediyoruz.

 

 

 

 

                        SES MANİSA ŞUBE  KADIN KOMİSYONU ADINA
                                                      
                                                         
                                         AYÇA RAMAZAN               
 
                                ŞUBE KADIN SEKRETERİ    
                                                         

 

                                                                         

 

 

                                                                                                               

 

 

 

10 Kasım 2013 Pazar

SAĞLIKTA BALAYI DÖNEMİ BİTTİ.


 

Sosyal Güvenlik Kurumu'nun gelecek yıl yapacağı düzenleme sonrası sigortalılar birçok tedavi için cebinden ödeme yapmak zorunda kalacak. İlk etapta göz, ağız-diş ve bazı ilaçların sigorta kapsamından çıkartılması planlanıyor.

Sağlığı HAK olmaktan çıkaran, ticarileştirerek her kademede katkı-katılım payı ve ilave ücretler getiren AKP’nin , sağlığı alınıp satılan, üzerinden “kar” edilen bir hizmet haline getiren Sağlıkta Dönüşüm Programı’nda ısrar etmenin sonuçlarından biri olan bu uygulamanın da 75 milyon insanı ve geleceğimizi de çok yakından ilgilendirdiği bildiğimiz için SES olarak  kamuoyunu bir kez daha uyarma sorumluluğunu duymaktayız.

Sendikamız SES ve TTB ve birlikte yıllardır sağlık hakkımız için mücadele ettiğimiz sağlık örgütlerinin ‘Sağlıkta Yıkım’ olarak ifade edilen bu Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın temel dayanaklarından birini, esas olarak prime dayalı bir sigorta sistemi olan Genel Sağlık Sigortası (GSS) oluşturuyor. Bu sistem, çalışıp çalışmadığına bakılmaksızın, 18 yaşın üstünde olan ve belirlenen yoksulluk sınırının üzerinde (asgari ücretin üçte birinden fazla) gelire sahip kişilerin, belirli miktarlarda prim ödeyerek sigortalı olmaları üzerine kuruludur.
GSS sisteminde, Sosyal Güvenlik Kurumu'nun (SGK) finanse ettiği hizmet, Temel Teminat Paketi'nin kapsamıyla sınırlandırılır. Diğer bir ifadeyle, sağlık hizmetinden yararlanacak olanlar, kapsamın dışındaki hizmetler için ayrıca ödeme yapacaklardır. Bu, "temel teminat paketi" dışında kalan tüm sağlık hizmetlerinin paralı hale gelmesi, sonuçta da dar gelirli kesimin "paket"in dışındaki sağlık hizmetlerinden yararlanamaması anlamına gelir.
GSS sisteminde Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın temel felsefesi, sağlığın ticarileştirilmesi, üzerinden “kar” elde edilmesi. Alınıp-satılan bir hizmet haline getirilmesi, bu yolla da sermayeye, özel sağlık kuruluşlarına kaynak aktarılması şeklinde açıklanabilir. Bu politikanın bir sonucu olan son uygulama ile SGK’nın sağlık harcamalarından tasarruf etmesi amaçlanırken, Özel ve Vakıf Hastanelerinin daha fazla “kar” etmesi sağlanmaktadır.Hükümetin tercihini halktan yapmadığının örneğini de bizler bayram öncesi   özel hastanelerdeki uygulamalara yüzde 200 oranında yapılan zamlardan da görmüş olduk.

Genel sağlık sigortası zorunlu hale getirilirken Deli Dumrul’u bile kıskandıracak yeni soygunlar peşi sıra hayata geçirilmeye çalışılmaktadır.İlk soygun çok adaletsiz olan vergi yükünün %5o  biz emekçilere yüklenmesine rağmen ulusal gelirin ¼ anca yararlanabilmemizle başlamakta.Bu yetmiyor birde sağlık eğitim gibi temel kamu hizmetleri için pek pişkince ek vergilerin istenmesi.Zorunlu genel sağlık sigortası yatıramayanlara birde hapis cezası öngörülüyor.Dahası da kamuoyunun gözünden hızla kaçırılarak yasallaştırılan Kamu Hastaneler Birliği devreye girmesiyle işletmeye dönüşen vergilerimizle yaptırdığımız hastanelerden alacağımız hizmetler %30-%70 oranında cepten ödemelerin yapılacağı gerçeği.Bu da az gelmiş olacak ki temel teminat paketiyle kuşa çevrilen hizmetler, hizmetlerinin bütünlüğünü parçalarken, bizleri de kasko gibi trafik sigortası gibi ek sigorta yaptırmaya zorlamayı hedeflemektedir.

2014 yılında ‘sıkılaştırma tedbirlerinin’ yürürlüğe gireceği net bir şekilde ortaya konuldu. Aralık ayı itibariyle, Sosyal Güvenlik Kurumu, Maliye Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı ve Hazine Müsteşarlığı kapsamlı bir çalışma ile ‘sağlıktaki temel teminat paketini’ oluşturacak. Bu paketin dışında kalan hizmetleri ise tamamlayıcı sağlık sigortaları karşılayacak. Şu anda mevcut bulunan paketin çok geniş olduğu ve bazı ödemelerin yapılmaması gerektiği ile ilgili açıklamalar yapılmaya başlandı bile.Özellikle kanser gibi sistematik hastalıkları olan kişiler insan olarak değil maliyet hesapları yapılarak bu kısıtlamalardan ilk nasibini alanlar olacak. Sağlıktaki masal döneminin bittiği açıkça görülürken, ağız-diş ve göz tedavilerinin genel sağlık sigortası dışına çıkarılabileceğini açıklamaları Hükümetin sağlıktan ücretsiz herkesin yararlanacağı yalanı açıkça göz önüne serecektir.

Sağlıktaki sorunları koruyucu sağlık hizmetlerini önceleyerek çözmek yerine sağlığı tamamen özelleştirip tercihini uluslar arası zengin sermayeden kullanarak iktidar olan AKP hükümeti, ölçüsüz piyasalaştırmanın ve’ paran kadar sağlık’ denilerek sağladığı vahşi koşulların bedelini halka ödetemeyecektir.   Sağlıkta Dönüşüm Programı iflas etmiştir ve yol yakınken bir an önce bu yoldan dönülmelidir. Bizler hep uyardık, yine uyarıyoruz.Sendikamız SES, tüm Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri ve Sağlık alanındaki emek ve meslek örgütleriyle birlikte buna karşı mücadeleye kararlıdır. Sağlık haktır, ücretsiz ve nitelikli olmalıdır. Sağlık Hizmetine ulaşmanın önündeki, başta parasal engeller olmak üzere, tüm engeller kaldırılmalıdır. Mücadelemiz bunun içindir ve sonuç elde edilene kadar da sürecektir.

                                                                               
                                                                          
                                                                             
                                                                        SES Manisa Şubesi Adına

                                                                        Serpil DENİZ Şb.Başkanı