KESK, DİSK, TMMOB, TTB VE TDB ortak kararı
ile Taksim Gezi Parkı’na vahşice saldırılarak 15 Haziran
2013 günü boşaltılması, Taksim ve çevresinde polis terörü estirilmesi,
İstanbul’da adeta sıkıyönetim ilan edilmesi üzerine alınan bir günlük destek
grevi ve eylem kararı; hükümet politikalarına yandaşlığı pekiştirme görevi
gereği, üstüne vazife olmayan bazı örgütlerce eleştirilmiş, eleştiriden öte “Halk’tan
Yana” olan bu tutum “Halk’a İhanet” olarak
nitelendirilerek saldırılmıştır.
Günlerdir “Taksim Gezi Parkı
Direnişi” ile simgeleşen, aslında AKP Hükümeti’nin 10 yıllık
politikalarına karşı halkın tepkisi anlamına gelen eylemler tüm dünyanın gözü
önünde cereyan etmekte ve eylemlere, genç-yaşlı, çoluk-çocuk, kadın-erkek, halktan
herkesim katılmıştır.
Buna karşılık hükümetin “korku” ve
“telaş” içinde demokratik tepkilerini ortaya koyan halkın üzerine
kolluk güçlerini pervasızca saldırdığı, 20 günü aşkın süredir her gün
yaşadığımız bir gerçektir.
Kadın-erkek, genç-yaşlı, anne-çocuk
ayırmadan, açık-kapalı alan farkı gözetmeden, otel, pastane, seyyar revirler, hastane
dahil her yere içinde yakıcı kimyasal olan tazyikli sular sıkılarak, sağlığa
zararlı ve öldürücü olduğu artık herkesçe bilinen kimyasal gaz sıkarak, plastik
ve gerçek mermi kullanarak halka saldırılmaktadır. Bu saldırılara uğrayanlar “Halk”
değil midir?
Sözde Sağlık ve Sosyal Hizmet
Emekçilerini temsil ettiğini iddia edenler görevleri emekçilerin haklarını
savunmak, hakları için mücadele etmek olan bir örgüt olması gerekirken, emek ve
emekçiye düşman, emekçilere karşı politikalarla haklarını birer birer ortadan
kaldıran hükümetin reklamını yapmışlardır.
Sağlık alanında güdümlü örgütlü ve adına
“sendika” diyen bir yapının son süreçte yaşanan olaylarda, pervasızca saldıranlardan
yana olmak yerine, 4 kişinin hayatını kaybettiği, onlarca insanın hala yaşam
mücadelesi verdiği ve sakat kaldığı, binlerin yaralandığı, yüzlerle ifade
edilecek göz altıların yaşandığı, sağlığa zararı kanıtlanmış kimyasallarla
halkın üzerine, üstelik hiçbir ayırım yapılmaksızın saldırılara karşı çıkmak
değil midir?
Adına “sendika” diyen örgüt; demokratik
ve barışçıl bir mücadele yoluyla talepleri için bu eylemleri yapan gençlere,
kadınlara, çocuklara, yazar-sanatçı-öğretim üyesi-doktor-hemşire… Tüm halka
saldıran uygulamalara karşı çıkmayı, bu vahşice saldırıların durması için
emekçilerin grev kararı alması ve alana çıkmasını “Halk’a İhanet” olarak nitelendirmektedir. Bu
da yetmezmiş gibi sendikamızı ve konfederasyonumuzu 28 Şubat zihniyetiyle
eşdeğer görmeleri sadece bize değil Türkiye emek ve demokrasi mücadelesine
katkı sunmuş tüm kesimlere de hakarettir. Sendikamız ve konfederasyonumuz 23-24
yıllık mücadelesinde; yüzlerce faili meçhul cinayetle, yüz binlerce soruşturma,
binlerce sürgün, binlerce gözaltı ve yüzlerce tutuklamaya maruz kalarak
örgütlenme hakkını elde etmiştir. Bu gün sözde bile olsa bu çevrelerin sendika
adı altında örgütlenebiliyor olmaları KESK’in bedel ödeyerek açmış olduğu bu
kanal sayesindedir. Bu nedenle demokrasiye yaklaşımımızı ve mücadele
pratiğimizi sorgulamak “muktedir sahiplerinin sesi” o dönemde ses çıkarmamış
olan bu güdümlü örgütlerin haddi değildir.
Belli ki bu sözde sendika, hükümetin kendi seçmeninin dışında kalanları
saymadığı gibi, bu muhalif toplulukları halktan saymamaktadır. Üstelik bu yapı,
işi daha da ilerleterek yandaşlığını pekiştirme gereği duymakta, hükümetin
uyguladığı emek karşıtı politikalar ve bu olaylardan dolayı neredeyse
kutlamaktadır.
Adına sendika diyen bir örgütün sendikamız
hakkında yaptığı bu açıklamaları talihsizlik olarak değerlendirmiyoruz. Çünkü
bu yaklaşımın “sahiplerinin sesi açıklamalar” olduğunu biliyoruz.
Asıl ihanet; emek ve emekçiye düşman,
uyguladığı politikalarla emekçileri daha da yoksullaştıran, iş güvencesini
ortadan kaldırarak esnek-kuralsız çalışmayı, taşeron eliyle kölece çalıştırmayı
neredeyse kural haline getiren bir hükümetin politikalarını üstüne vazifeymiş
gibi savunmak değil midir?
Asıl ihanet; halkın ödediği vergilerle
maaş alan emekçileri halkın taleplerine duyarsız hale getirerek, halk ve
emekçileri ayrıştıran yaklaşımdadır.
Yoksa toplumun her alanına müdahale
eden, kaç çocuk doğurulacağından, nasıl doğum
yapılacağına, nasıl makyaj yapacağına, hangi yaşta okula başlanacağından,
okulda hangi derslerin seçileceğine, ne içileceğine, hangi inanca sahip
olunacağına kadar her şeyi belirleme hakkını kendinde gören baskıcı-otoriter
bir politikaya karşı, demokratik ve barışçıl bir şekilde eylem yapanların
eylemlerini terörize eden uygulamalara karşı destek olmak “sahibinin sesi”
olmaktan başka ne ile ifade edilebilir?
Bu soruların cevabını önce Sağlık ve
Sosyal Hizmet Emekçileri, sonra da halkımıza bırakıyor; adına sendika diyen
örgütü, üstüne vazife olmayan işleri bırakıp, asli görevi olan emekçiler ve
halkı için mücadele görevini yerine getirmeye çağırıyoruz. 19
Haziran 2013
MERKEZ YÖNETİM
KURULU
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder