30 Mayıs 2012 Çarşamba

KESK 'ten HÜKÜMETE TOPLU SÖZLEŞME UYARISI

KAMU EMEKÇİLERİ 23 MAYIS GREVİ İLE YÜRÜNMESİ GEREKEN YOLU GÖSTERMİŞTİR!




Değerli Basın Emekçileri

Kamu emekçilerinin en temel ekonomik, sosyal ve demokratik talepleri karşısında üç maymunu oynayan, taleplerimizi görmezden gelen AKP hükümetine karşı gerçekleştirdiğimiz 23 Mayıs grevi, Türkiye’nin dört bir yanında geniş bir katılımla ve başarıyla gerçekleştirilmiştir.

Öncelikle grevimize büyük bir hoşgörüyle sahip çıkan halkımıza, haklı mücadelemizde yanımızda olan tüm sendika, meslek örgütü ve odalara, siyasi partilere, demokratik kitle örgütlerine ve taleplerimizi halka duyurmak için yoğun bir mesai yaşayan siz basın emekçilerine teşekkür ediyoruz. 23 Mayıs grevine katılan, taleplerine, hak ve özgürlüklerine sahip çıkan tüm kamu emekçilerini kutluyoruz

Değerli Basın Emekçileri

Başbakan’ın ve bakanların “Memurun grev hakkı yok” açıklamasına ve üstü örtülü tehditlerine rağmen, 23 Mayıs greviyle 1,5 milyon kamu emekçisi hem grev hakkımızın olmadığını iddia edenleri, hem de grevsiz toplusözleşme düzenlemesini içeren 4688 sayılı yasayı mahkûm ederek son sözü söylemiştir.
KESK olarak, kamu emekçilerinin ihtiyaçlarına cevap vermekten uzak olan 4688 sayılı yasada sadece tadilat öngören düzenlemeye karşı verdiğimiz mücadele tüm kamuoyunca bilinmektedir. 2011 yılı Ağustos ayında başlayan yasa çıkarma süreci boyunca tüm ülke genelinde sürdürdüğümüz bu yoğun mücadelede, grev hakkımızı yasal güvence altına almadığı gibi yasak ve sınırlamaları daha da artıran bir yasaya dayanılarak kurulacak olan toplu sözleşme masasının ayaklarının yere basmayacağını defalarca vurguladık. Bunun için KESK, 21 Aralık grevini ve 28- 29 Mart direnişlerini örgütleyerek GREV' li TİS yasası mücadelesi vermiştir. Kamu emekçilerinin iradesini dışlayan bir yaklaşımı asla kabul etmeyeceğimizi ifade ederek tüm kamu emekçilerini ve konfederasyonları 23 Mayıs’ta grev yapmaya davet ettik. Çağrımıza olumlu cevap veren Türkiye Kamu Sen’ de aynı tarihte iş bırakacağını ilan etmiştir.

23 Mayıs’ta KESK ve diğer konfederasyonlara üye olan kamu emekçilerinin yanı sıra sendikasız kamu emekçileri de ortak çıkarlar etrafında birleşerek greve katılmıştır. Kimi illerdeki polisin gerginlik çıkarmayı hedefleyen müdahalelerine rağmen alanlara akan kamu emekçileri insanca bir yaşam talebine sahip çıkmakta kararlı olduklarını göstermişlerdir. Diğer taraftan 23 Mayıs grevi kamu emekçilerini tehdit eden hükümete olduğu kadar hükümetin gölgesinde sendikacılık yapmaya çalışanlara da gerekli dersi vermiştir. Birçok olumsuz düzenleme getiren yasanın hazırlanış sürecinde hükümete adeta koltuk değnekliği yapan konfederasyon kendisini sürecin dışında tutamamıştır.



Hep söylediğimiz gibi marifet yasaların, hükümetin arkasına saklanarak yetkilicilik oynamak değil, kamu emekçilerinin iradesini her koşulda savunabilecek kararlılığa sahip olabilmektir. Önce “21 Mayıs’tan sonra yapılacak eylemlerin anlamı olmadığı” gibi anlaşılamayan açıklamalar yapanlar grevi manipüle etmeye çalışsa da, üyelerinin yükselen tepkisi ve öfkesi karşısında çaresiz kalmıştır. Bu çaresizlikten dolayı sadece eğitim iş kolunda greve katılma kararı almak zorunda kalmalarına rağmen, yöneticilerinin neredeyse grevin örgütleyicisi gibi açıklama yapmaları traji komik bir durumdur. Kamu emekçilerinin bu süreçte yaşananları unutmayarak işyerlerinde gereken cevabı vereceğinden eminiz.

Hükümet 23 Mayıs’ı Görmezden Gelemez!

Grev hakkımızı kullanma noktasında bizim açımızdan hukuken bir tartışma olmamasına rağmen, 23 Mayıs grevi bu konuda dışımızda yürütülen tartışmalara son noktayı koymuştur. Grev hakkının ancak grev yapılarak kazanılabileceği bir kez daha somut bir şekilde görülmüştür.

Geldiğimiz noktada kimsenin kamu emekçilerinin 23 Mayıs grevi ile ortaya koyduğu iradeyi görmezden gelmesi mümkün değildir. 23 Mayıs grevindeki talepleri görmeden alınacak kararlar artık meşru ve hukuki değildir. Kamu emekçilerinin grevi ile daha ilk uygulama girişiminde hukuken de fiilin de hiçbir dayanağı kalmayan grevsiz toplusözleşme düzeni kadük hale gelmiştir.

Kamu emekçilerinin net biçimde verdiği bu mesaj AKP hükümeti tarafından görülmek zorundadır. 23 Mayıs grevi ile temel taleplerini bir kez ortaya koyan, ülke genelinde kamu emekçilerinin %90’ından fazlasının katılım sağladığı bir grevi görmezden gelinirse ortaya çıkacak tepki ve eylemlerin sorumluluğu da AKP hükümetine aittir

Hükümet derhal kamu emekçilerinin 23 Mayıs’ta bir kez daha üretimden gelen gücünü kullanarak haykırdığı “Grevsiz toplu sözleşme, toplu sözleşmesiz sendika olmaz” sloganımıza uygun, uluslararası sendikal normların gereklerini yerine getiren bir yasanın çıkarılması için görevini yerine getirmelidir.


AKP hükümetini Kamu Görevlileri Hakem Kurulu ile devam edecek süreci baskılamaya dönük girişimlerine son vermesi konusunda uyarıyoruz.


Özellikle Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan kanal kanal gezerek, “kaynak yok, ilave zam verirsek bütçeye 25 milyarlık TL’lik ek bir yük getirir bu durumda da vergileri artırmak zorundayız” diyerek gerçekleri çarpıtmaktadır.

Oysa bu ülkede yaşayan herkes vergi yükünün büyük bölümünün işçi ve emekçilerin sırtında olduğunu bilmektedir. AKP hükümetinin iktidara geldiği 2002 yılından bu yana kesintisiz bir biçimde yaptığı “kopyala-yapıştır” bütçelerde gelir beklentisinin büyük bölümünü çalışanların ödediği gelir vergisi ve dolaylı vergilere dayanmaktadır. Bu tablo 2012 yılı bütçesinde de değişmemiştir. Bu durumu vergi kalemlerindeki büyüklüklere bakarak görebilmek mümkündür.



Gelir Vergisi 53,8 milyar TL

Kurumlar Vergisi 27,2 milyar TL

Dâhilde Alınan KDV 33,6 milyar TL

İthalde Alınan KDV 53,9 milyar TL

Özel Tüketim Vergisi 70,6 milyar TL

Motorlu Taşıtlar Vergisi 6,7 milyar TL

BSMV 4,5 milyar TL



2012 yılı bütçesinde de gelir vergisi ve dolaylı vergiler toplam vergi gelirleri içinde aslan payını oluştururken, Özel Tüketim Vergisi 70,6 milyar TL tutarı ile en büyük kalemi oluşturmaktadır. Ayrıca, faiz harcamalarının bütçe içindeki payına koşut olarak, kamu hizmetlerine ayrılan kaynaklar sadece görüntüde artmakta, kamu yatırımları açısından bakıldığında ise sürekli olarak küçüldüğü görülmektedir.
Diğer taraftan hükümet, istihdama kaynak ayırarak, asgari ücreti vergi dışı bırakarak, temel tüketim malları üzerindeki KDV’yi sıfırlayarak, çalışanların temel ihtiyaçlarını karşılamasına elverecek ücret politikaları uygulayarak sosyal devlet niteliğini geliştirebilecek iken, tam tersi yönde adımlar atarak halkın değil, sermaye çevrelerinin çıkarlarının koruduğunu göstermektedir.

Hükümetin sermayeye “bonkör emekçiye cimri bu tutumu” toplu sözleşme görüşmelerinde bir kez daha net olarak ortaya çıkmıştır. Sadece 2009 Temmuz’undan bugüne kadar sermaye kesimine tam 11.382 adet teşvik belgesi ile 157 milyar dolarlık kaynak aktarmayı öngörürken, son olarak geçtiğimiz Nisan ayında sermayeye 3 milyarı aşan teşvik verirken kaynak bulmakta zorlanmayan hükümetin kamu emekçilerine gelince “kaynak yok” demesi asla kabul edilemez.


Buradan Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’na da bir çağrıda bulunuyoruz:
23 Mayıs’ta ortaya çıkan iradeyi görmezden gelmeye sizin de hakkınız yok. Kamu emekçilerinin taleplerinden ve ülke gerçekliklerinden kopuk olarak yapacağınız her değerlendirme zaten tartışmalı olan “bağımsızlığınızı” daha da sorgulanır hale getirecektir. Ülkenin tüm kamu emekçileri ve emeklileri sizden hükümetin “ noterliğini” yapmanızı değil, kamu emekçilerinin 23 Mayıs’ta bir kez daha ortaya koyduğu iradesini temel almanızı bekliyor.
KESK, bundan sonra atacağı adımları yetkili kurullarında süreci her boyutuyla değerlendirerek kamu emekçilerinin iradesi ve beklentilerine uygun biçimde şekillendirecektir. İnsanca bir yaşam için kamu emekçilerinin sesi ve taleplerinin takipçisi olmayı kararlılıkla sürdürecektir. Tüm kamu emekçilerini bu süreçte bir kez daha tüm çıplaklığıyla ortaya çıkan yandaş sendikacılık anlayışını iş yerlerinde mahkûm ederek, 23 Mayıs’ta ortaya koydukları iradeye sahip çıkmaya çağırıyoruz.





                                                                                                                                 Ali GÖK

                                                                                                              KESK DÖNEM SÖZCÜSÜ

28 Mayıs 2012 Pazartesi

KESK MANİSA KADIN KOMİSYONU BAŞBAKANI ÖZÜR DİLEMEYE ÇAĞIRDI.

BASINA VE KAMUOYUNA
Geçen haftayı toplumun aydınlık yüzü olan öğretmenleri itibarsızlaştırmakla geçiren Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, şimdide “Kürtaj cinayettir, her kürtaj bir Uludere’dir.” ve “sezeryanla doğuma karşıyım” buyurdular. Aile bakanı Fatma Şahin Başbakanın sözlerinin bilimsel olduğunu söylüyor, Sağlık Bakanı Akdağ da sezaryene karşı bir eylem planı hazırlıyor.
Devlet ağzından çoğalmamız gerektiği ilan ediliyor. Çoğalmaya karşı olanlar suçlu ilan ediliyor.
Kürtaj cinayettir,  yasaklanmalıdır diyen Başbakan ve bunu bilimsel bulan Şahin’e önce bilimsel olanın ne olduğu konusunda bir iki bilgi vermemiz gerekiyor.
Kürtaj istenmeyen gebeliği sonlandırmaktır. Anne ve babanın birlikte kararı ile bir doktor tarafından gerçekleştirilir. Gebelikte veya doğum sırasında annenin hayatının tehlikeye girdiği durumlar, ekonomik durumlar ve kadının tecavüze uğradığı durumlar gibi özel ve zorunlu haller kürtajı gerekli ve zorunlu kılmaktadır.
Kürtajın, kadın mücadelesi açısından da kuşkusuz daha derin anlamları vardır. Kadın hakları için mücadele veren kadın yoldaşlarımızın yıllarca mücadele ederek kazandığı kürtaj ve doğum kontrolü hakkı kadının kendi bedeni üzerinde söz sahibi olabilmesinin somut göstergelerinden birini oluştururken, üreme hakkının da temel koşullarından birisi olma özelliğini saklı tutuyor.
Yine, annenin fiziksel durumu, kalp, damar hastalıkları, doğum öncesi çocuğun rahatsızlığı, büyüklüğü gibi durumlar sezaryeni de zorunlu kılar.
Kürtajın yasaklanması durumunda, açlık sınırının altında, yoksulluğun kol gezdiği ülkemizde bu açlığa ortak binlerce sakat, sağlıksız çocuğun dünyaya gelmesi demektir. Ayrıca kadına karşı şiddet, taciz, tecavüz ve kadın cinayetlerinin en çok arttığı bu iktidar döneminde kadının tecavüzcüsüyle evlenmesi anlamına da gelir ki, insanlık tarihi boyunca süregelen kadın doğurganlığını denetleme ve beden sömürüsünü meşrulaştırma amacı taşıyan söylemlerinize yüzyıllardır direnen ve mücadele veren biz kadınların kabul edebileceği bir şey değildir.
 Bununla birlikte Başbakanın “Her kürtaj bir cinayettir, ve her kürtaj bir Uludere’dir” sözü savcının takibe alması gereken bir ihbar ve itiraf niteliği de taşımaktadır. Başbakan bir kez daha kadın bedeni üzerinden politika yapmakta ve insanların acılarını malzeme olarak kullanmaktadır. Uludere ‘de yani roboski’de yaşananların devlet tarafından işlenen planlı ve hedefli bir cinayet olduğunu da söylemiş olmaktadır.
Sezaryenle doğum,  AKP iktidarı döneminde artmış, had safhaya ulaşmıştır. Bundan kadınlar, doktorlar ve sağlık emekçileri sorumlu tutulamaz. Çünkü Sağlıkta özelleştirme, SGSS, ilaca katkı payı, mantar gibi çoğalan özel hastaneler, döner sermaye gibi uygulamalarla sezaryen bir kazanç kapısı haline getirilmiştir. Ayrıca doktorundan hizmetlisine sağlık emekçilerinin emeğinin karşılığını almaması da bu ve benzeri uygulamaları artırmaktadır.
Ailelerin medyatik rol modelleri de sezaryen sayısını artıran bir diğer etkendir. Çocuğun hangi burçta, hangi saatte doğacağı ile ilgili sezaryen saati anlaşmaları bir çok riske mal olmaktadır.
Şimdi devlete düşen görev, kadın bedeni üzerinden kendi yarattıkları sorunları halkın ve emekçilerin suçuymuş gibi yansıtmak değil, bu sorunları ortadan kaldırmaktır.
Bu ülkede, ülkenin Başbakanı Sivas davası sonrası “hayırlı olsun” demekle yetinmiştir.
13 yaşında bir kız çocuğu olan N.Ç. aralarında devlet görevlilerinin de bulunduğu 26 kişinin tecavüzüne uğrayıp mahkeme tarafından hakkında kendi rızasıyla yapmıştır diye akıllara ziyan bir karar almıştır. Tecavüzcüleri dışarıda dolanmaktadır.
Hemen hemen hergün bir kadın bir çocuk bir doktor bir öğretmen toplumsal şiddet veya devlet şiddetine maruz kalırken;
Siirt’te 4 kız çocuğu, aralarında yerel politikacıların ve devlet görevlilerinin de olduğu 35 kişinin tecavüzüne uğrarken,
Öğretmen Metin Lokumcu’nun ölümünü protesto ettiği için Dilşat Aktaş “kız mıdır kadın mıdır” diye hitap edilip, polisler tarafından kalçası kırılırken,
Ülkemizde zaten 5,5 milyon çocuk gelin varken ve 4+4+4 yasasıyla çocuk gelin olma durumunun önü açılırken
100 bin kadına eğitim, bakım, istihdam ve güvence sağlamak yerine devlet tarafından vesika verilirken
Kuşkusuz AKP, bu popülist açıklamaları ile kendi muhafazakar tabanına dönük oynasa da başbakanın her defasında dile getirdiği “En az 3 çocuk” sözleri ve son olarak da kürtajın cinayet olduğunu açıklamaları kadının bedeni üzerindeki baskı mekanizmalarını güçlendirirken aynı zamanda ucuz işgücü yaratmanın temelini ailede; kaynağını ise kadında görüyor.
Kim namuslu? Kim ahlaklı? Kim katil?
Kadın bedenini değil özel hastanelerinizi , her şeyi sattığınız özel sermayeyeyi denetleyin , onlara yaptırım uygulayın.
Ülkemizde doğum kontrol yöntemleri oldukça pahalıdır, ucuz yöntemler ise kadınların sağlık hakkını ve yaşama hakkını riske atmaktadır.Kadınlarımızın  daha yüksek standartlarda doğum kontrol yöntemlerine  ücretsiz ve kolay erişiminin  sağlanması gerekir, sağlıklı  ve nitelikli koşullarda ücretsiz kürtaj hakkının güvence altına alınması gerekir..

 "Kadınlar AKP Hükümetinin sağlık reformları ve aile hekimleri yüzünden doğum kontrol yöntemlerine ulaşamamaktadır. Bunları yapması gereken Başbakan, 'Kürtaj cinayettir, sezeryana karşıyım' diyerek açıkça devletin pozitif yükümlülüklerini tanımamakta, kadına karşı ayrımcılık yapmakta, bedenimiz üzerinde egemenlik kurmaya çalışmaktadır.
Başbakanı derhal kadınlardan  özür dilemeye,  temel haklarına karşı mütecaviz söylemler yerine kadın cinayetlerini bir an evvel durdurmak için harekete geçmeye çağırıyoruz.
Başbakan hem Uludere (roboski) cinayetinden hem de sistematik kadın cinayetlerinden sorumludur, bedenlerimizden değil."
Başbakan elini, dilini bedenimizden çek!
Emeğimiz, bedenimiz, kimliğimiz bizimdir!
YAŞASIN KADIN DAYANIŞMASI
YAŞASIN ÖRGÜTLÜ MÜCADELEMİZ
YAŞASIN KESK

                                                                                MELEK VAROL  
                                                                                 EĞİTİM SEN ŞUBE KADIN SEKRETERİ
KESK DÖNEM SÖZCÜLÜĞÜ ve KADIN GİRİŞİMCİLİĞİ  ADINA      

25 Mayıs 2012 Cuma

KESK 23 MAYIS GREVİNDE YAŞANAN SALDIRIYA KARŞI TEPKİ GÖSTERDİ.



Biz sağlık emekçileri olarak yıllardır binbir zorluklarla ve fedakârlıklarla mesleğimizi yaparken, bir kamu hizmeti olması gereken sağlığında herkese eşit, nitelikli, ulaşılabilir ve parasız olması için uğraştık. Sağlık hakkımız için mücadele ederken sağlığı ticaret haneye dönüştüren ve’ paran kadar sağlık ‘diyen zihniyete karşıda inadına’ insanca yaşam ve iş güvenceli çalışma’ ortamı dedik ve bunun için birleşik mücadeleyi ördük. Bizim bu haklı mücadelemiz ve emekçilerin örgütlü gücünden korkanlar yine bilinen yöntemleri hayata geçirmeye uğraşıyorlar. Ülkemizi dünya ülkeleri sıralamasında sendikal hak ve özgürlükler açısından kara listeye mahkum eden zihniyet her geçen günde emek düşmanı politikalarda ısrar ederek, bizlerin en demokratik haklarımızı kullanmamızı engelleyerek ileri demokraside sınır tanımamaktadır.
Bir ileri demokrasi örneğini de 23 Mayıs Grevimiz sabahı Celal Bayar Üniversitesi Hastanesinde yaşandık. Biz Sağlık emekçilerinin yoksulluk ve sefalet ücretlerine mahkum edilmesi yetmiyormuş gibi her geçen gün sağlıktaki yıkım yasalarının sonucu artan şiddet ortamında çalışmak zorunda bırakılan bizlerin iş güvencemiz ve geleceğimizi karartan yasalar çıkarılırken susmamız ve haklarımızı aramamamız bekleniyor. Bizlerden kapıkulu olmamızı bekleyen bu zihniyet yasal haklarımızı kullanmamıza keyfi uygulamalarla engel olurken, çalışanlardan yana ve yasaları uygulaması gereken olan idareciler,  yetkilerini açıkça ve bilerek kötüye kullanarak, baskıcı, anti demokratik  uygulamalarla haklarını arayan bizleri engellemeye çalışarak açıkça suç  işliyorlar.
Tarihinde ilk kez Ocak zammı olmadan, emeğinin karşılığını alamadan çalıştırılan biz kamu emekçileri Dünya emekçilerinin 50 yıl önce aldığı toplu sözleşme ve grev hakkı için  bu güne kadar hükümetler tarafından oyalandık.
 Kamu emekçilerinin hakkı olan toplu sözleşme grev hakkının yasal teminat altına alınma talebini yok sayanlar 12 Eylül  referandumunda toplu sözleşme vereceğiz diye yandaş sendikalar ‘evet’ dedirterek yapıyormuş gibi yapmayı tercih ederek halkı birkez daha yanılmışlardır. Aylardır bir beklenti yaratarak kamu emekçilerini oyalayan hükümet dağın fare doğurması gibi tercihini emekçiden yapmamışlardır. Görüşmelerin son gününde sadaka teklifine birkaç kuruş daha ekleyen hükümet 2012 teklifini %3,5 + 4, 2013 teklifini de %3+3 olarak yenilemiştir. Günde ancak bir simit parasına denk gelen, maaşlarımızda aylık olarak ortalama 45-50 TL artış öngören teklifleriyle kamu emekçilerine, emeklilere verdikleri değeri bir kez daha göstermişlerdir. Milyonlarca insanla dalga geçen teklifini “bütçe olanakları bu kadar, mali disiplini bozamayız”  diyerek savunan hükümetin ileri sürdüğü hiçbir gerekçe kesinlikle gerçeği yansıtmamaktadır.
  Biz yıllardır emekçilerin, işçilerin talepleri karşısında “hepimiz aynı gemideyiz. Sizin taleplerinizi karşılarsak halk mağdur olur, gemi batar” masallarını duymaktan bıkan KESK gemide birileri özel kamaralarda lüks bir hayat sürerken, emekçilerin kazan dairesine kapatılmasını kabul etmeyerek 23 Mayıs ta tüm Türkiye de GREV kararı almıştır. Sendikamız SES te daha önceki grevlerde olduğu gibi haklı taleplerimizi tüm hastane bahçelerinde hazırladığımız el ilanlarıyla emekçi dostlarımızla ve halkımızla paylaştık. İş kolumuzda başta taşeron çalışanların kadroya alınması ve emekliğimize yansıyacak ek ödeme taleplerimizi de içeren 1 milyon imzayı hedefleyen toplu iş sözleşme taleplerimizi hastanelerde masalar kurarak çalışanlara imzaya açtık.Bu çalışmaları yürütürken hiçbir hastanemizde ve iş  yerlerimizde bir olumsuzluk  yaşamazken  Özgürlüğün, bilimselliğin ve demokrasinin yuvası  olması gereken üniversitede baskı ve engellemelerle karşılaştık.Celal Bayar Üniversitesinde 23 Mayıs sabahı GREV ini ve taleplerimizi hem hastalara hem de çalışanlara duyurmak ve  bilgilendirmek amaçlı pankart asılmış, el ilanları dağıtılmak istenmiştir.  Ancak hastanenin resmi ve özel güvenlik görevlileri Başhekim Ahmet VAR dan aldıkları emir gereği pankartın kapıya asılamayacağı, hastane içerisinde bildiri dağıtılamayacağı söylenip temsilcilerimiz ve şube yöneticimizin önü kesilmiş ve engellenmiştir.Yapılmaya çalışılan işin açıkça demokratik hakkımızın engellenmesi olduğu ve güvenliğin görev ve yetkilerini aştığı ifade edilse de ,engellenme devam etmiş , pankart güvenlik görevlilerinin ‘bahçeyse asın ‘söylemi üzerine bahçedeki panoya asılmıştır. Ancak sat 08.30 civarında 6-7 güvenlik görevlisi hastane Baş müdürü Beytullah Taş’dan emir aldıklarını söyleyerek pankartı indirmeye kalkışmışlardır. Yapılanın açıkça 4688 sayılı sendika yasasına aykırı olduğu, hastane güvenliği ve özel güvenliğin yetki dahilinde olmayan durumlarda sendikamızı da çalışanları da huzursuz eden bu uygulamanın suç işliyormuş gibi algılatarak mobbing uygulandığı, güvenlik tedbirleriyle engellemenin hukuksuz ve TCK nin 118 inci maddesi gereği suç olduğunu ifade edilmesine rağmen devamında ısrar edilmiştir.  İşyeri temsilcimiz ve yöneticimizin engellemesine rağmen zor kullanılarak pankart yırtılıp, yerinden sökülmüştür.
Buda bize  göstermiştir 12 Eylül le hesaplaşma ve ileri demokrasi  nutuk’u atanların kendine demokratlığı bizlerin en demokratik hakkımız olan  sendikal hak ve özgürlüklerin kullanılması söz konusu olduğunda işlememiş, görmezden gelinmiştir. Bülent Arınç’ın Manisa  ziyaretinde yeni atanan   Celal Bayar Üniversitesi rektörü Mehmet PAKDEMİRLİ bir öğrencinin Kubilay’ı anma etkinliğinde kamuoyuna yansıyan tehditlerinde yanlış anlaşıldığını ifade edip, sendikamızı da ziyaret ederek bu imajı düzeltmeye çalışmıştı. Geçen sürede yasakçı zihniyetinin ve baskıcı tutumunun değişmediğini gördüğümüz gibi, emekçilerin nezdinde saygın bir yeri olan sendikamızı idari yetkilerini kötüye kullanarak, görevi hastane güvenliğini sağlamak olan güvenlik görevlilerini de görev alanının dışında emir vererek sendikamızı  baskılamaya ve GREV günü emekçilerin greve katılımını  engellemeye çalışmıştır. Hastane başhekimi Ahmet VAR bir idareci olarak sendikal faaliyet ve örgütlenme özgürlüğü önündeki tüm engelleri kaldırma ve çalışanların sendikal faaliyetlere katılmalarını sağlamak için yasalarda açıkça tarif edilen iş ortamını sağlamak yerine, açıkça TCK nın 118 ilgili  hükümlerinde suç olarak tarif edilen engellemeleri yapması, uluslar arası sözleşmelerde ve anayasamızın ilgili hükümlerinde açıkça ifade edilen GREV hakkımızı keyfi uygulamalarla gasp etmeye çalışmasına tahammül göstermemiz düşünülemez.
Bur da hem rektör hemde başhekim tercihlerini  çalışanların hakları ve üniversitedeki demokratik ve özgürlük ortamından yana değil de hükümetin yasakçı ve anti demokratik ve emek düşmanı uygulamalarından yana yapmışlardır. Tabi ki burada ki temel sorun  Sendikamız SES in yıllardır savunduğu gibi her iş yerinde  çalışanlarının kendi  idarecilerini kendi  seçememesinden kaynaklıdır.
Demokrasi oyununda tercihlerini sağlık çalışanından yana değil de  iş güvencesiz ve esnek çalışmadan yana koyanları bizler  çok iyi tanıyoruz.  Bülent ARINÇ ın hastanemizin açılışında bir öğrencini talebini dillendirmesi için konuşmak istemesine bile tahammül edemeyip yaka paça attırılırken, bu olayı izlemek isteyen basını bile tehdit edecek kadar sözde demokratlardır. Şimdi de kendine demokratlar canlarını teslim edecekleri sağlık emekçilerini tehdit etmektedirler. Sayın Rektör, bir daha kapımızı imajım zedelendi diye basına iyi gözükmek için çalmayın. Çünkü demokratlık sadece hükümetin görüşlerini alkışlamakla, 2padşahıom çok Yaşa’ demekle, baskıyla, sindirmeyle, yasakla polisiye tedbirler almakla olmaz, olamaz.
Güvenlik görevlilerini sağlık emekçilerinin üzerine salan, yapılan eylemin yasal olmadığını iddia eden başhekimliğe gelirsek aynı idareciler yasal  olmayan bir yöntemle “taşeron şirket üzerinden sağlık emekçisi çalıştırmaya devam ediyorlar. Bunun suç olduğunu  defalarca sendika olarak iletmemize rağmen bu kölelik çalışma koşulunu değiştirmedikleri gibi temizlik şirketleri  üzerinden sağlık çalışanlarına güvencesiz, esnek ve asgari ücret çalışmasını dayatıyorlar. Sayın başhekim açıkça bu yüzyılda kölelik yasalarını aratmayan yöntemlerle insan çalıştırmak suç olmuyor da sağlıkta 200 bini aşmış taşeronların kamu çalışanı olsun, tek bir istihdam istiyoruz oda iş güvenceli çalışmak diyen biz SES in bu talepleriyle çalışanlarla ortak eylem yapması mı  suçlu oluyor.
Ama yok artık mızrak çuvala sığmıyor ve açıkça herkesin vicdanın sızlatan bu hukuksuz  duruma dur deme zamanı geldi .Onun için GREV dedik, iş ortamımız değişinceye kadar yine haklarımız diyeceğiz.
 Biz 23 Mayıs günü yaşanan olayla ilgili olarak yapılan saldırıları TCK nın 118 sayılı maddesi gereğince sendikal faaliyetlere engel olunduğu gerekçesiyle, 4688 sayılı yasanında ihlali ile ilgili hukuki girişimlerimizi yapıp savcılığa suç duyurusunda bulunacağız. Ayrıca  buradan suç işlemekte ve yasaları çiğnemekte ısrarı sebebiyle hastane idaresini ve Rektörlüğü de taşeron firma aracılığıyla temizlik işçisi  gibi gösterilerek, sağlık çalışanı  olarak çalıştırdığı için kamuoyunda bu açıklamamızın suç duyurusu kabul edilmesini ve ilgililerin bu kişiler hakkında gereken yasal işlemi başlatmasını talep ediyoruz.
Geçmişte olduğu gibi bugünde bizler  işimiz ekmeğimiz ve özgürlüğümüz için mücadelemizi sürdüreceğiz. Baskı ve şiddetin bizi yolumuzda döndüreceğini sananlar hep  yanıldılar.
   Bizlerin mücadelesi işyerlerimiz özgürleşinceye, haklarımızı alıncaya, Ülkemizin aydın özgür ve barış içinde yaşayacağı günleri yaratıncaya  kadar devam edecektir. Bizim gücümüzden korkanlara 19-20 Nisanları 21 Aralığı, şimdi 23 Mayıs Grevini yaratarak cevap verdik. Biz biliyoruz ki örgütlü mücadelenin önünde de hiçbir güç duramaz ve baskılar bizi yıldıramaz.  YAŞASIN EMEKÇİLERİN BİRLEŞİK MÜCADELESİ!
YAŞASIN GREVLİ TOPLUSÖZLEŞME MÜCADELEMİZ!
YAŞASIN İNSANCA BİR YAŞAM MÜCADELEMİZ!       

                                                                                                                                                     Serpil DENİZ
 SES Manisa şube Başkanı                        

23 Mayıs 2012 Çarşamba

MANİSADA 23 MAYIS 2012 GREVİ COŞKUSU.







MERHABA,

Haklarına, özgürlüklerine ve geleceklerine sahip çıkarak Türkiye’nin her yerinde alanları dolduranlar,

MERHABA    

Hükümetin kapı kulları değil, taleplerine sahip çıkan emekçiler olduklarını haykıranlar,

MERHABA!

Grevsiz toplu sözleşme, toplu sözleşmesiz sendika olmaz diyenler,

Bugün Türkiye’nin dört bir yanında kamu emekçileri olarak, sadece kendisi için değil, insanca bir yaşamı hak eden herkes için grevdeyiz. Yine alanlarda omuz omuzayız.

Buradan Türkiye’nin her yerinde yüreği aydınlık bir gelecek için çarpan herkese selam gönderiyoruz.

Bugün burada yalnız değiliz. İşçiler, sağlık çalışanları, mimar ve mühendisler, öğrenciler, veliler, kadınlar olarak bir aradayız. Omuz     omuzayız.

“Bu sömürü düzenine itirazımız var” diyen, kamu emekçilerinin haklı taleplerini sahiplenen herkesi, KESK adına saygı ve sevgi ile selamlıyorum. Hoş geldiniz.

DEĞERLİ DOSTLAR

Bugün kamu emekçileri olarak bizimle dalga geçenlere, 2012’nin Türkiye’sinde bizi hala kapı kulu olarak görenlere en iyi cevabı vermek için grev hakkımızı kullanıyoruz. “Grev hakkınız” yok tehditlerini boşa çıkaran yüz binlerce kamu emekçisi bugün tüm Türkiye’de hayatı durdurmuş durumda. Dağın fare doğurmasını bekleyenler dışında herkesin, kamu emekçilerinin, işçilerin, emeklilerin yürekleri bugün bizimle çarpıyor.

12 Eylül 2010 referandumu öncesinde kamu emekçilerine  “artık sizler de toplu sözleşme yapacaksınız, haklarınızı koruyacaksınız” diyenler, her zaman olduğu gibi sözlerinde durmamıştır. Referandum sürecinde “nikah masasında bile böylesine iştahla “EVET” demedik” diyenlerin kamu emekçilerinin karşısına çıkıp özür dilemesi gerekmektedir. 

DEĞERLİ DOSTLAR,

Sadece adı toplu sözleşme olan bu sistemin yürümeyeceği zaten başından belliydi. Grev hakkının olmadığı bir toplu pazarlık sistemi olur mu? İşverenin, çalışanına hangi konularda talepte bulanabileceğini belirlediği, son kararı kendisinin verdiği bir toplu pazarlık sistemi dünyanın neresinde var?

İşveren sadece sizi dinleyecek, hatta dinliyor gibi gözükecek. Sonra da “sana verdiğimle yetin daha fazlasını istemeye hakkın yok. Grev yapmaya da hakkın yok” diyecek. Uluslar arası hukuktan doğan anayasal hakkımız, Grev hakkımız, yasal güvence altına alınmayacak. Son söz 11 üyesinin 6 sı hükümet tarafından atanan Hakem Kuruluna verilecek. Buna da toplu pazarlık denilecek. Dünyanın neresinde görülmüş böyle bir toplu pazarlık?

İşte sendikaları, kamu emekçilerini yok sayan bu sistemde başlatılan görüşmelerde hükümet dalga geçercesine 4,5 milyon kamu emekçisine ve emekliye 2012 yılı için önce %3+3, 2013 yılı için %2+3 maaş zammı teklif etmiştir. Üstelik komisyon toplantılarında gündeme getirdiğimiz ekonomik, sosyal, özlük ve demokratik sorunlara ilişkin hiçbir öneri sunmamış,  sendikaların tüm taleplerini görmezden gelmiştir.


DEĞERLİ DOSTLAR,

Görüşmelerin son gününde sadaka teklifine birkaç kuruş daha ekleyen hükümet 2012 teklifini %3,5 + 4, 2013 teklifini de %3+3 olarak yenilemiştir. Günde ancak bir simit parasına denk gelen, maaşlarımızda aylık olarak ortalama 45-50 TL artış öngören teklifleriyle kamu emekçilerine, emeklilere verdikleri değeri bir kez daha göstermişlerdir.

Şimdi “dağ fare bile doğmadı” diye sitem edenlere sormak gerekiyor. Ne oldu, yüzde yarımlık artışlardan sonra dağ fare doğurdu mu? 4688 sayılı yasanın grevsiz ve toplu sözleşmesiz çıkması için hükümete koltuk değneği olmanıza değdi mi? Gücünüzü kamu emekçiklerinden almak yerine sırtınızı iktidara yaslamanıza değdi mi?

DEĞERLİ DOSTLAR,

Milyonlarca insanla dalga geçen teklifini “bütçe olanakları bu kadar, mali disiplini bozamayız”  diyerek savunan hükümetin ileri sürdüğü hiçbir gerekçe kesinlikle gerçeği yansıtmamaktadır.

Toplusözleşme görüşmeleri göstermiştir ki, ortada sadece sınıfsal bir tercih vardır. Hükümet tercihini kamu emekçilerinden, emeklilerden yana değil, bugüne kadar olduğu gibi sermayeden yana kullanmıştır. Son teşvik paketinde patronlara bir seferde 3 milyar TL teşvik paketi açıklanması bunun ispatıdır. İşsizlik sigortası fonundaki paraların patronlara aktarılması bunun ispatıdır.

AKP hükümeti, her zaman olduğu gibi, patronlara gelince “bonkör”, kamu emekçilerine gelince “cimri” olmayı sürdürmektedir. Her fırsatta ekonomik büyüme rakamları ile övünenlerin bu büyümden pay istediğimizde birden küçülmeleri bu yüzdendir.

Biz yıllardır emekçilerin, işçilerin talepleri karşısında “hepimiz aynı gemideyiz. Sizin taleplerinizi karşılarsak halk mağdur olur, gemi batar” masallarını duymaktan artık bıktık. Evet bazılarının gemicikleri olsa da aynı gemideyiz. Ancak bu gemide birileri özel kamaralarda lüks bir hayat sürerken, emekçilerin kazan dairesine kapatılmasına artık yeter diyoruz. Geminin yol almasını sağlayan, kazan dairesinde canhıraş çalışan emekçilerin geminin batmasıyla tehdit edilmesini kabul etmiyoruz.

Ya taleplerimizin karşılanması halinde halkın mağdur olacağını söylemelerine ne demek gerekir?  Kimdir bu halk?

Halk, bu ülkenin açlık sınırına yakın yoksulluk sınırına uzak bir yaşama mahkum edilen kamu emekçileri değil midir?

Halk, yıllarca emeği sömürdükten sonra unutulan, sefalete itilen emekliler değil midir?

Halk, kar hırsı yüzünden gerekli önlemler alınmadan çalışmaya zorlandığı için binlercesi iş cinayetlerine kurban edilen, kıdem tazminatlarına bile göz konan işçiler değil midir?

Halk, açlık sınırının 1.050 TL olduğu koşullarda 751 TL’ik kölelik ücretinin reva görüldüğü milyonlarca asgari ücretli değil midir? 

Halk, yaşam alanları HES’lerle talan edilen, gübre, mazot parası bulamadığı için tarım yapamaz hale getirilen köylüler değil midir?
Halk, sırtına binen vergi yüküyle can çekişen küçük esnaf değil midir?
Bizce halk toplumun %99’unu oluşturan bu kesimlerdir.

DEĞERLİ DOSTLAR,

Halka yabancı olanlara, halkı tanımayanlara sesleniyoruz. Halk biziz. Halk burada. Bu halk kendisini mağdur edenleri, yok sayanları biliyor. Yunanistan’da, İspanya’da, İtalya’da olduğu gibi dünyanın her yerinde krizi halkların değil, halkları sömürenlerin yarattığını herkes biliyor.

Bakmayın bilmezden gelmelerine, halkın kim olduğunu onlar da çok iyi biliyorlar. Onların orta vadeli planları da uzun vadeli planları da halkı, emekçileri yan yana getirmemek üzerine kuruludur. Emekçilerin bir araya gelmesinden öylesine korkuyorlar ki; büyük usta Nazım Hikmetin dediği gibi;

Şafaktan korkuyorlar dostlar
Görmekten, duymaktan, dokunmaktan korkuyorlar.
Yağmurda çırılçıplak yıkanır gibi ağlamaktan,
Sımsıkı bir ayvayı dişler gibi gülmekten korkuyorlar.
Sevmekten korkuyorlar,
Tohumdan ve topraktan korkuyorlar.
Ne iskonto, ne komisyon, ne veda isteyen bir dost eli,
Sıcak bir kuş gibi, gelip konmamış ki avuçlarının içine.
Umuttan korkuyorlar 
Umuttan korkuyorlar dostlar umuttan,
Korkuyorlar, türkülerimizden korkuyorlar,

Şafaktan, sevmekten, türkülerimizden ve her şeyden önce umuttan korkanların bu korkusuna defalarca şahit olduk. Grevli toplu sözleşme, insanca bir yaşam talebiyle gerçekleştirdiğimiz 21 Aralık grevimizde o korkuyu gördük gözlerinde.


Temel eğitimi bile paralı hale getiren, ekonomiye ucuz işgücü sağlamak için çocuk işçiliğinin önünü açan,  kız çocuklarını eve hapsetmeyi amaçlayan 4+4+4 yasasına karşı 28-29 Mart eylemlerimizde ortalığı savaş alanına çevirenlerin gözünde aynı korku vardı.

Milyonların açlığa, yoksulluğa öfkesini haykırdığı 1 Mayıs’ta da hepimiz bir kez daha tanık olduk gözlerindeki o korkuya.

Ama ne yaparlarsa yapsınlar, ne kadar korkarlarsa korksunlar, bugün Türkiye’nin dört bir yanında zulmün kayalarına vurmaya başlayan Grev dalgaları, emekçilerin birleşik gücünün önünü açıyor. Bugün grev önlüğü giyip halaya duranlar yarın tüm ülkeyi bayram yerine çevireceklerinin müjdesini veriyor.

“Çekin artık elinizi ekmeğimizden, aşımızdan” diyen milyonlar, önlerindeki her engeli kararlılıkla aşmaya hazırlanıyor. Bugüne kadar ortaya koyduğu mücadele ile milyonların taleplerini ve beklentilerini kararlılıkla savunan KESK, bu onurlu mücadelede yerini almaya hazırdır. 

Kamu emekçilerinin taleplerini ve iradelerini yok sayan, geleceğini ipotek altına almaya çalışanların oyununu bozmaya kararlıdır.

Bizlere tek teminatı şiddet, baskı ve daha fazla yoksulluk olanlara karşı bizim teminatımız fiili meşru mücadele geleneğimiz olmaya devam edecektir.

Tüm emekçileri, işçileri, halkımızı, yoksulluğun, sefaletin, baskıların karanlık dünyasına karşı mücadele içinde birleşmeye ve geleceğimize hep birlikte sahip çıkmaya çağırıyoruz.

YAŞASIN EMEKÇİLERİN BİRLEŞİK MÜCADELESİ!
YAŞASIN GREVLİ TOPLUSÖZLEŞME MÜCADELEMİZ!
YAŞASIN İNSANCA BİR YAŞAM MÜCADELEMİZ!

ALİ GÖK                                            REMZİ ŞİRİN                       SERPİL DENİZ
KESK ŞUBLR. PLATF.         EĞİTİM SEN ŞB. BAŞKANI        SES ŞB.BAŞKANI
DÖNEM SÖZCÜSÜ

SES 23 MAYIS GREVİ İÇİN MERKEZ EFENDİ DEVLET HASTANESİ BAHÇESİNDE ÇAĞRI YAPTI


                              

BASINA VE KAMUOYUNA!


Bizler yıllardır binbir türlü fedakârlıkla çalışan kamu emekçileri olarak önemli bir tarihi kavşakta yine haklarımız ve çocuklarımızın geleceği için mücadele kararlılığımızla buradayız.
  2001 yılında çıkarılan 4688 sayılı “sahte sendika” yasası AKP hükümeti tarafından sadece yandaş konfederasyonunu korumayı hedefleyen düzenlemeler yapılarak “toplu sözleşme” yasası adı altında yeniden çıkarıldı. Bu yasada Grevden bahsedilmiyor. Bu yasada her sendikanın kendi üyesi adına toplu sözleşme yapabilme hakkı yok sayılıyor. Milyonlarca kamu emekçisinin, emeklinin ve ailelerinin geleceğine yandaş konfederasyonun başkanı karar verecek(miş).

Oysa ileri demokrasi yalanlarıyla bizleri oyalayanlar çıkardıkları bu yasalarla Örgütlenme yasakları aynen devam ediyor. Yani yıllardır söylediğimiz gibi evrensel sendikal normlar, ülkemizin altında imzası bulunan uluslararası sözleşme ve anlaşmaların yanı sıra Anayasa yok sayılarak, kamu emekçileri oyalanmaya çalışılıyor. KESK olarak; Grev hakkımızın yasal teminat altına alındığı, her sendikanın kendi üyeleri adına toplu sözleşme yapabildiği, toplu sözleşme masasında ekonomik, sosyal, özlük ve demokratik tüm haklarımızın görüşüldüğü bir toplu sözleşme düzenini teminat altına alana yasal düzenleme istiyoruz.

            AKP’nin hükümet olduğu son on yıl boyunca kamu emekçilerinin maaşları sürekli olarak eridi. Her yıl %2-3 gibi zamlar kamu emekçilerine dayatılarak yoksulluk ve sefalete mahkum edildik. 2011 yılı başından itibaren doğalgaz, elektrik ve akaryakıtın yanı sıra temel tüketim maddelerine toplamda %30’u aşan oranlarda zam yapıldı.

 “Ekonomimiz büyüyor, dünyanın en büyük 17. ekonomisi olduk” diyerek övünen hükümet sıra kamu emekçilerine gelince “kaynak yok” yalanının arkasına sığınıyor. Daha geçen ay çıkardığı yasayla sermayeye milyarlarca lira teşvik aktaran hükümetin dayatmalarına teslim olmayacağız.         Kamu emekçileri insanca bir yaşamı hak etmektedir.

Bu sebeple 2012 yılı için en düşük kamu emekçisi maaşı 2.145 TL’ye yükseltilmeli, tüm kamu emekçilerinin maaşlarına %30 zam yapılmalıdır. AKP hükümeti döneminde kamuda sözleşmeli, taşeron v.b. farklı statülerdeki güvencesiz çalıştırma uygulamaları hızla artmıştır. Devlet eliyle güvencesiz, esnek ve sendikasız çalıştırma özendirilmektedir. Kamuda işçi ya da kamu emekçisi ayrımı yapılmadan bütün esnek, kuralsız ve güvencesiz çalışma biçimlerine son verilmesini ve tüm emekçilerin iş güvencesine sahip olarak çalıştırılmasını istiyoruz.

AKP hükümeti döneminde yaygınlaşan bir diğer uygulama da, ek ödeme adı altında yapılan ödemelerdir. Birçok kamu emekçisinin maaşlarının yarısına ulaşan ek ödemeler ısrarla emekli keseneklerimize yansıtılmamaktadır.
Örneğin, 2.000 TL. maaş alan bir kamu emekçisinin maaşı emekli olduğunda 1.000 TL civarına düşmektedir.
Yine 3 Kasım 2011 tarihinde çıkarılan 666 sayılı KHK ile kamudaki ücret eşitsizliği daha da derinleştirilmiştir. “Eşit işe eşit ücret” adı altında başta öğretmenler olmak üzere yüz binlerce kamu emekçisi bu düzenlemenin dışında bırakılmıştır. Kamu kurumlarında farklı adlar altında ödenen tüm ek ödemelerin (ek ders ücreti vb.) esas maaşımıza eklenmesini, gerçek anlamda eşit işe eşit ücret ilkesinin yaşama geçmesi için yaratılan mağduriyetlerin bir an önce giderilmesini istiyoruz.
Maaşlarından %15 oranında vergi kesilen kamu emekçilerinin maaşları her yılın ilk yarısında vergi diliminin kademeli olarak önce %20’ye, yılın ikinci yarısında da %27’ye yükselmesinden dolayı sürekli azalmaktadır.

Kamu emekçileri yılbaşında aldığı maaşı ancak 3-4 aylık sürede alabilmekte, sonraki aylarda maaşları sürekli azalmaktadır. Bu adaletsizliğe son verilmesini, maaşlarımızın vergi dilimi artışlarından etkilenmeden net olarak ödenmesini istiyoruz.

Son yıllarda kadına yönelik her türlü baskı ve şiddet çoğalarak artmaktadır. Kadını toplumsal yaşamın dışına iten, eve hapsetmeyi hedefleyen düzenlemeler hükümet eliyle yapılmaktadır. Bu ayrımcı politikaların yansımaları kamusal alanda yoğun olarak yaşanmaktadır. Görevde yükselme başta olmak üzere, işyerlerinde değişik baskılar ve mobbing uygulamaları ağırlıklı olarak kamu emekçisi kadınlara yöneliktir. Kadınlara görevde yükselme sınavlarında, atamalarda ve ünvan değişikliklerinde öncelik tanınmasını, kadına yönelik her türlü baskı ve şiddete son verilmesi için önlemler alınmasını, baskı yapanlar hakkında ise etkili hukuksal yaptırımların uygulanmasını ve kreş talebinin karşılanmasını istiyoruz.

Kamu kurumlarının idarecileri değişik biçimlerde sendikalara, üyelerine ve üye olmayan kamu emekçilerine baskı uygulamaktadır. Özellikle yandaş konfederasyonun örgütlenmesi için idareciler seferber olmuş durumdadır.
TCK’nun 118. maddesine göre her türden baskı açık biçimde suçtur ve altı aydan üç yıla kadar hapis cezası öngörülmektedir. İdarenin işyerlerinde uyguladığı yönlendirme ve baskı uygulamalarına karşı etkili önlemlerin alınmasını, sendikaların özgürce örgütlenebileceği ortamın sağlanmasını istiyoruz.

Çıkarılan yasa uyarınca 30 Nisan tarihinde hükümetle “toplu sözleşme” görüşmeleri başlamıştır. Hükümet temsilcilerinin yaptığı açıklamalara bakıldığında kamu emekçileri yine oyalanmaktadır. Özellikle Maliye ve Çalışma Bakanları “bütçe kaynakları sınırlı” diyerek %3-4 gibi zam oranları ifade etmektedirler. Bu yaklaşım milyonlarca kamu emekçisi, emekli ve onların aileleriyle resmen dalga geçmek demektir.

Yukarıda ifade ettiğimiz talepler bir toplu sözleşmede olması gereken asgari şartlardır. Yine işkolları ile ilgili birçok sorun bulunmakta ve kamu emekçileri bu sorunların çözümünü beklemektedir. Bu konularda olumlu düzenlemeler yapılmadığı takdirde bilinmelidir ki KESK asla böyle bir “toplu sözleşmeyi” imzalamayacaktır. Diğer iki konfederasyonun imzalaması halinde bunlara en güzel cevabı kamu emekçilerinin vereceğine inanıyoruz. İşte bu cevapta 23 Mayıs ta emekçilerle adeta alay edercesine dalga geçmeye çalışan hükümete verilecek GREV kararımızdır. Tüm emekçi dostlarımızı, emeklileri emeğinin karşılığını alamayanları yani toplumun çoğunluğu olan tüm halkımızı ve emekten yana tüm dostlarımızı bu haklı davamızda yanımızda olmaya çağırıyoruz.

Bizler KESK olarak alın terimizle çalıştığımız işimize ve geleceğimize birleşik bir mücadele hattı örerek bir kez daha sahip çıkacağımızı buradan haykırıyoruz. Manisa dada 23 Mayıs ta i iki koldan birleşerek alanlara akacağız. Birinci kolumuz Vergi dairesinden başlayarak tüm emekçi dostları katarak, diğer kol ise gazi ilkokulundan başlayarak Eğitim- sen önüne orada da Manolya Meydanına akacaktır.

KESK olarak bizler çok hükümetler gördük, gelip geçti.ama KESK hep milyonlarca emekçinin vicdanı ve onurlu bir mücadelenin adresi oldu.İşte buradan da Hükümete tekrar sesleniyoruz.Taşeronundan, 4-bli,,4-c li ve farklı istihdamlarla bizleri yoksulluğa mahkum edenler KESK in inatçı ve haklı mücadelesinin karşısında duramayacaklardır.
Yasası KESK ,
Yaşasın örgütlü mücadelemiz.
Yasasın 23 mayıs grevimiz.
                                                                                                   Taner DEMİR:

18 Mayıs 2012 Cuma

KESK GREVE DESTEK ÇAĞRISI YAPTI


BASINA VE KAMUOYUNA
AKP Hükümeti, 4 milyonu aşkın kamu emekçisinin ve emeklinin beklediği maaş zammı teklifini nihayet açıkladı. Geçtiğimiz pazartesi günü açıklanan teklife göre AKP hükümeti, kamu emekçilerine ve emeklilerine 2012 için yüzde 3+3, 2013 için ise yüzde 2+3 maaş zammı reva görmüştür. Hükümetin teklifi sadece komik bile sayılamayacak yüzdelik artışlardan ibarettir. Hükümet, günlerdir komisyon toplantılarında gündeme getirdiğimiz ekonomik, sosyal ve özlük sorunlara ilişkin olarak hiçbir teklif sunmamıştır. Sendikaların sunduğu yüzlerce talep görmezden gelinmiştir.
Hükümetin teklif diye sunduğu rakamlar her şeyden önce yıllardır ülkenin dört bir yanında fedakarca çalışan kamu emekçilerine karşı yapılmış büyük bir saygısızlıktır. Devletin resmi rakamları bile 2012 yılının sadece ilk üç ayının enflasyonunun %3.9 olduğunu gösterirken bu tekliflekamu emekçileri ve emekliler ile açıkça alay edilmiştir.
Daha geçen ay sermeye kesimine bir kalemde milyarlarca liralık teşvik paketi sunan AKP hükümeti, sıra kamu emekçilerine gelince teklif diye “sadaka” gibi maaş zamları önermiştir.Ciddiyetten yoksun bu teklif sermayeye karşı bonkör olan hükümetin kamu emekçilerine ne kadar cimri olduğunu bir kez daha göstermiştir.
Nisan ayında yapılan zamlarla devletin resmi rakamlarına göre enflasyon son 3,5 yılın rekorunu kırarak % 11’in üzerine çıkmıştır. Doğalgaza, elektriğe, akaryakıta bir yıl içerisinde toplamda % 30’u aşan zamlar yapılırken sadece gıda ürünlerine bir yıl içerisinde %13’ü aşan zamlar yapılmıştır. Bu rakamlar devletin resmi rakamlarıdır. Sokakta, pazarda, hayatın her alanında karşılaştığımız gerçek enflasyonun devletin bu resmi rakamlarının çok üzerinde olduğu açıktır.
İçinde bulunduğumuz ay ile birlikte 5 aydır maaş zammı almayan kamu emekçilerinin ve emeklilerinin kendileriyle açıkça dalga geçen, emeklerini aşağılayan bu teklifi kabul etmesi mümkün değildir.
Bilindiği üzere KESK olarak bir süredir toplu sözleşme sürecine ilişkin kamu emekçilerinin asgari taleplerini içeren bir imza kampanyası çalışması yürütüyoruz. Bugün burada toplu sözleşme masasına götürülmek üzere ilimizdeki işyerlerinden topladığımız 5700 kamu emekçisinin imzasını Ankara’ya göndermek için toplanmış bulunuyoruz. Topladığımız her imza kamu emekçilerinin gerçek iradesini yansıtmaktadır.  Altında imzamız olan bu metinlerle hükümeti ciddiyetten yoksun teklifini derhal geri çekmeye çağırıyoruz. Biz;
Çalışma yaşamını ilgilendiren bütün konuların görüşüleceği, her sendikanın kendi üyeleri adına toplu sözleşme imzalayacağı ve anayasal hakkımız olan grevi teminat altına alan bir düzenleme istiyoruz.
2012 yılı için en düşük kamu emekçisi maaşının 2.145 TL’ye yükseltilmesini, bu çerçevede tüm kamu emekçilerinin maaşlarına %30 zam yapılmasını istiyoruz.  Kamuda sözleşmeli, taşeron vb. isimler altında,  farklı statülerdeki güvencesiz çalışmaya son verilmesini ve tüm çalışanların iş güvencesine kavuşturulmasını talep ediyoruz.
Her ne ad altında olursa olsun kamu çalışanlarının aldığı tüm ek ödemelerin emekli aylığına yansıtılmasını, maaşlarının vergi dilimi artışından etkilenmemesini istiyoruz. Ek ödemeleri düzenleyen 666 Sayılı KHK ile yaratılan ücret adaletsizliği ve mağduriyetlerin giderilerek gerçekten eşit işe eşit ücretin ödenmesini, kadın kamu emekçilerine; başta görevde yükselme ve unvan değişikliklerinde olmak üzere çalışma yaşamında uygulanan negatif ayrımcılığa, baskı ve şiddete son verilmesini talep ediyoruz. Hükümetin sendikalar ve üyeleri üzerinde çeşitli yöntemlerle uyguladığı baskıların son bulmasını, özgür örgütlenme ortamının sağlanmasını istiyoruz.
Bu talepler sadece KESK’in değil tüm kamu emekçilerinin talepleridir. Sendikaların, asgari bu taleplerimizi içermeyen herhangi bir toplu sözleşmeyi bizim adımıza imzalamasını kabul etmeyeceğimizi buradan bir kez daha ilan ediyoruz.
Biz kamu emekçileri olarak bugüne kadar fazlasıyla fedakarlıkta bulunduk. Ancak karşılığında açlık sınırında yaşam mücadelesini sürdürmeye terk edildik. Her fırsatta ekonomik büyüme rakamları ile övünen hükümetten fedakarlık istemiyoruz. Bu büyümeye en çok katkısı olan kamu emekçileri olarak alın terimizin, emeğimizin karşılığını istiyoruz.

Diğer taraftan biz kamu emekçileri ve sendikalar olarak ortak bir tutum geliştirmediğimiz sürece hükümetin daha önceki dönemlerde olduğu gibi bizlere sefalet ücreti dayatmaktan, her şeyi “tek taraflı belirleyen” olmaktan vazgeçmeyeceği açıktır.

Bu nedenle bugün, bir iki saatlik iş bırakma eylemleriyle, basın açıklamalarıyla ya da mitinglerle bizimle dalga geçen teklifleri geri püskürtmemiz mümkün değildir. Bugün aileleri ile birlikte sayısı 20 milyonu bulan kamu emekçilerinin ve emeklilerin insanca bir yaşam özlemine cevap vermek için mücadeleyi yükseltme günüdür.
Bütün konfederasyonları, sendika üyesi olsun olmasın tüm kamu emekçilerini toplu sözleşme taleplerine sahip çıkmaya, kendileri ile dalga geçen hükümete en güçlü yanıtı vermek için, 23 Mayıs 2012 tarihinde grev hakkımızı kullanmaya davet ediyoruz.

                                                                                           ALİ   GÖK                                                     
                                                                                          KESK   DÖNEM  SÖZCÜSÜ